babamın favoriler bayağı aşağıda,
işten yeni geldiği için kravatı çıkarmamış,birazdan çıkarıp cebine koyacak
annem elişi örmekte,aynı zamanda konuşulanları dinliyor,
mutfaktan 3 gözlü ocağın üzerinde patlamaya çalışan mısırın kokusu geliyor,
beyaz florasanın aydınlık etkisi hissediliyor.keşke bizde de olsa diyorum
sokaktan inek sürüsünün dönüş sesleri geliyor, belli ki geç kalmışlar,
ara ara böğürüyorlar...mööö
isminin selin olduğunu anladığım sarışın kız bana bakıyor. benim yaşlarımda olduğu belli, olmasa bile boyu tam benim kadar.
bakışlarından anladığım kadarı ile oyun oynamak istiyor.
mavili kırmızılı bir elbise var üzerinde, çok zengin görünüyor... acayip utanıyorum, keşke bir erkek çocukları olsaydı
annesi sesleniyor...
- seliiin, hadi öp bakalım misafirlerin ellerini
( onay vermeden kalkıp öpüyor babamın ve annemin ellerini )
annem: aman ne şeker şeysin sen öyle, gel bakiiim diyip yanaklarından iade-i öpücük veriyor.
sonra...usul usul bana doğru geliyor.
( gözlerime bakıyor )
( allahım bitsin bu çile,çok acayip utanıyorum, yere doğru eğiyorum başımı...)
annem yetişiyor imdadıma...
- kızım arkaşına da hoşgeldin de hadi...
( hoşgeldin diyor sevimli bir ses tonuyla )
( kaşlarım çatık, suratım asık )
bişey demiyorum, utandım... hemde çok, bu kız nerden çıktı, hemen eve gidip, voltranımla, oynamak istiyorum... yada tabancamı alıp yorganı başıma çekip kahraman hayallere dalmak, hemen anneme sarılıyorum, kaşlarım hala çatık...
- oğlum, hadi selinle oynayın siz diğer odada, bak biz konuşuyoruz...
( sonra benim duymayacağımı zannettiği bir ses tonuyla etraftakilere )
- utandı, utandı diyor.
gülüşüyorlar,
tabi ben sinir oluyorum...
iki elimle dudağıma tuhaf dokunuyorum ve göz ucuyla seline bakıyorum, gayet neşeli. benim utanmış olmamdan aldığı cesaretle elimi tutup çekiştiriyo.
( bir kızdan çekinmenin bir erkeğe yakışmayacağını hissediyorum sanki, başım önde elim selinde, yürüyorum arkasından, diğer odaya geçince gösterecem bildiğim tüm numaraları )
- evcilik oynayalım hadi, diyor selin... zaten başka ne oynayabiliriz ki ya saklambaç, ya yakalamaca ( ki en çok onu oynamak istiyorum ben )
( sürekli bana bakıyor garip garip...sonra oyuncak sepetini getiriyor içinde ne ararsan var...oyuncak ayı, bir kaç değişik türde bebek, plastik çatal kaşıklar, beşik, filan )
- top yok mu
- var
- getiiiirr
- bekle
topu getirip eteğinin altına saklıyor.
belli ki, kur yapıyor... işte o zaman asık suratım çözülüp gülüyorum.
- ver topu, diyorum sırıtarak,
- hadi al... deyip kaçıyor... o kaçıyor ben kovalıyorum kocaman bir odanın içinde...
aslında hemen yakalarım ama jet motorları çalıştırmam lazım diyorum...
- yakalayamazsıııın diyor
içimden daha resmi bir ses tonuyla,jet motorların açılış komutunu veriyorum...( vıııııııııııjjjjjjjjjjjjj )
bir hamlede, yakalıyorum elbisesinden... sonra duruyor...dönüyor...gözgöze geliyoruz...
işte o an...
oğuz hakseverlik bir poz yakalıyorum, "o an" zamanın döndüğü, bizim durduğumuz "o an" .. fotoğrafını çekmiş olsaydım çerçeveletip her gün önünde saygıyla eğileceğim "o an". masumiyet tarihi belgeselinin iki figuranı karşımda duruyor...
aşk kelimesinin belkide,
bir çikolata, bir şekerleme, bir dondurma, bir anneanne, anlamına geldiği çağlarda, o minik bakışların kalbime dokunduğunu hissediyorum...
( hala bana bakıyor, utanmıyorum bu defa... )
- baaaak diyorum... sonra o romantizmin tam ortasına sıçarcasına...
( kız bakıyor ellerime )
- parmaklarımı şaklatıyorum... dayımdan öğrendim, nerden baksan 1 hafta uğraştım o sesi çıkarmak için...