Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Hazretlerine, ikide bir demir ağlarla kim örmüş, hep biz ördük deyip duruyorsunuz, Atatürk zamanında
yapılanları sıfıra indiriyorsunuz. Eğer biraz tarih bilseniz bunu söylemeye utanırdınız,
yüzünüz kızarırdı. O günkü örülen demir ağlar yalnız tren yolları değildi: güçlü eğitim, güçlü ekonomi, güçlü
demokrasi, güçlü laiklik temelleri atılmasaydı, ne siz bugün o mevkie gelebilirdiniz, ne de
gösteriş olarak başlarını örttürdüğünüz, yüzleri gözleri boyalı eşlerinizi gavur ülkelerine
götürüp, gavurların ellerini sıktırabilirdiniz. Özendiğiniz müslüman ülkeleri arasında hangisi bizim ülke gibi?
Kendi kıyafetinizi bile o demir ağlara borçlusunuz. Hazinesinde borçtan başka bir şey olmayan Osmanlı devleti yıkıntısı üzerine kurulan Türkiye
Cumhuriyeti, toprağından bir damlasını satmadan, kimselerden borç almadan, bir taraftan
Osmanlının, diğer tarafta yenilmediğimiz halde yenilmiş sayıldığımız Birinci Cihan Harbi
borçlarını öderken, yapılan işler yanında sizinkiler çocuk oyuncağı kalır. Okuma yazma, hatta sabun kullanma bilmeyen, verem, sıtma, zührevi hastalıklar, trahom gibi
bulaşıcı hastalıklardan kahrolan zavallı fakir bir halk. Devletin geliri bu halkın verdiği
vergilerdi. işte o vergilerle o alay ettiğiniz demir ağlar yapıldı. Kısa zamanda elin parmakları sayımında doktorların özverileriyle hastalıkların önü alınmaya
çalışılırken neler yapıldı neler! Koskoca ülkede bir çimento fabrikası yoktu. O yüzden evler kerpiç denilen çamurla
yapılıyordu. Şeker fabrikamız yoktu. Rusya'dan gelen şekerleri bugün gibi hatırlıyorum. Evet
şeker fabrikaları, çimento fabrikalar, kâğıt, silah, uçak fabrikası, kumaş fabrikaları kuruldu.
Hem de ülkenin batısından doğusuna kadar dağıtıldı bu fabrikalar. Avrupa'dan bize, yenilemekte olduklarıfabrikaların eskilerin ucuz fiatla satmak istediler.
Eskiyi almak yine geri kalmışlıktır, diye alınmadı. Batıda Atatürk Fabrikaları diye adlandırılan
o fabrikalar tiyatro, spor müzik, salonları ile bir kültür merkezi, çalışanlara her türlü rahatı
sağlayan bir sosyal kurumdu. Ama bu fabrikalarda çalışacak biraz olsun işten anlayan
işçimiz, teknisyenimiz, mühendisimiz yok gibiydi. Bunlardan bir kısmı burada bizim
insanımızı eğitmek için dışarıdan getirtildi bir kısmı da Rusya'ya eğitilmek üzere gönderildi. insanımız o kadar yetenekli idi ki, kısa zamanda gerekli olanları öğrendi ve işleri ele aldı. O yüzden Atatürk, ''Türk çalışkandır, zekidir'' demiştir. Siz ise başa geçer geçmez alın teri ve
büyük bir özveri ile yapılmış o güzel tesisleri satıp satıp yediniz, yedirdiniz. Ülkenin doğusu ve batısı düşman eliyle yanmış yıkılmıştı. Bir taraftan onlar onarılıyor,
hastaneler okullar yapılıyor, diğer taraftan Ankara bir başkent olacak şekilde
yapılandırılıyordu. Hemen hemen hiç kara yolu yoktu. Onun için Atatürk, Osmanlı devleti zamanında ne olurdu
her vilayet senede bir kilometre yol yapsaydı, 500 yılda beşer yüz kilometre ile şehirler
birbirine bağlanacaktı, demişti. Olan demir yolları da yabancıların elinde idi. Yalnız o mu daha bir çok kurum yabancılara aitti. Bütün onlar ellerinden alınarak ülkenin
malı yapıldı. Onların üzerine 3.000 kilometrelik tren yolu yapıldı ki, o zaman şimdiki gibi
dağları bir anda oyacak makineler yoktu. Tüneller kazma ile kazıldı. Elde onları planlayacak
hesaplayacak mühendisler yoktu. Hatta trenlerde çalışan makinist gibi memurlar bile hep
Rum, Ermeni olduğundan bu konuda çalışacak insanımız da yoktu. Onun için böyle kimseleri yetiştirmek üzere okul açıldı. Tren rayları yapmak için fabrika
kuruldu. Şimdi ki gibi ne gerekse dünyanın her yerinden getirilmedi Kilometrelerce kara yolu
köprüler yapıldı. Demir ağın bir ayağı olan çağdaş eğitim ne kadar önemliydi. Batı araştırmalarda icatlarda
almış yürümüştü. Ama biz de ne doğru dürüst ilk okul, lise ve ne de araştırmalar yapacak
üniversite vardı. O yüzden Osmanlı devleti geri kalmış ve yıkılmıştı. Okullar açılsa eğitecek
kimse yoktu. O yoklukta bir çok alanda eğitim almak üzere Batıya başarılı pek çok gencimiz
gönderildi. Onlar daha yetişmeden Hitler'in Yahudi oldukları için işlerinden attığı çok değerli bilim
insanlarının bize sığınmak istemeleriyle onlara açılan kapılarımız sonucu büyük bir eğitim
atılımı başladı. istanbul'da Darülfünun denilen okul tam bir üniversite oldu. Hukuk, Siyasal Bilgiler, Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi fakültelerle Ankara Üniversitesi'nin temeli atıldı. Gelenlere
istedikleri kitaplıklar, laboratuarlar sağlandı. Onların derslerini Türkçe'ye çevirecek
çevirmenler bulundu. Bunların hepsi para ile oluyordu. O paralar, o fakir halkın vergileriyle sağlanıyor, kimseye para yedirilmiyor, rahmetli
Başbakan inönü kimseye bir kuruş yedirmem diye bar bar bağırıyor, yedirmiyordu. Böylece
güçlü bir eğitim temeli atıldı. O yüzden Başbakan hazretleri! istediğiniz dalda uzmanları
elinizin altında bulundurabiliyorsunuz. Bundan sonra imam Hatipler'de yetiştireceğiniz dindar ve kindar o zavallı gençleriniz, Allah'a
dua ederek, yalvararak size yardımcı olurlar. Böylece elinize aldığınız bu güzel ülkeyi
kendinizle toprağa gömerek tarihe kara harflerle geçersiniz.
Muazzez ilmiye ÇIĞ
25.08.2012