öykülerin, özellikle giriş bölümlerinde kurulan tümceler, gerek yapıları, gerekse verdikleri anlam itibarı ile yazım kurallarına uygun, kolay okunur ve anlaşılır olmalıdırlar. zira, okuyucunun, öykü yazarı hakkındaki ilk izlenimleri, kurulan bu tümceler sayesinde oluşur ki bunlar eğer duygu dolu iseler, aralarına serpiştirilen teknik ya da avantür sözcükler okuyucunun tepkisini çeker.
"...işte o koskoca ulusta, çölde kum tanesi bir soba zanaatkarı; her gün var gücüyle, insanüstü, on efsanevi thor kuvvetiyle ve az maliyetle kaliteli sobalar üretmeye çalışıyordu o yıllardır ekin biçmiş misali nasırlanmış elleriyle..."
edebi eserlerde devrik tümcelerin kullanımı eserlere şiirsel bir hava verir. ancak, yerinde ve gerektiği biçimde kullanılıyor ve eseri okumayı zorlaştırmıyor ise. devrik tümcelerin 'devrilen' bölümleri çok uzatıldığında, eserin okumasındaki akıcılık kaybolduğu gibi tümceyi de 'düşük tümce' haline dönüştürür ki bu tehlikeli bir durumdur.
bu bağlamda, yukarıdaki tümceyi, ifade ettiği anlamı hiç bozmadan bir de şöyle kurgulayalım;
"...işte o koskoca ulusta, çölde kum tanesi bir soba zanaatkarı; yıllardır ekin biçmiş misali nasırlanmış elleri, insanüstü gayreti ve var gücüyle, az maliyetli kaliteli sobalar üretmeye çalışıyordu ..."
emek usta ile karısı züleyha'nın diyaloğu, emek ustanın gururlu bir insan olduğunu, açık-seçik gözler önüne seriyor zaten. bunun üzerine, emek ustanın gururlu bir insan olduğunun yazar kaleminden bir kez daha ifade edilmesi, diğer bir deyimle durumunun pekiştirilmek istenmesi, okuyucuyu biraz hafife almak olmuş sanki. bununla birlikte, realist bir öykü kaleme alınıyorsa ki öyle, emek usta'nın;
"...şu anki hissiyatımın ne kadar güneş tutulması karanlığı misali olduğunu bilseniz bana hak verir miydiniz bilemiyorum..."
şeklinde bir cümle kurmasını da beklemeyiz. buna mukabil, aynı metindeki diğer ifadelerin, züleyha'nın-züheyla'ya dönüşmesi dışında başarılı olduğunu da belirtmek isterim;
"... ben büyük bir kusur işledim size karşı, size layıkıyla bakamadım, geçiminizi doğru düzgün sağlayamadığım gibi, soğukta etleriniz epil epil erimesin diye de yaptığım sobalardan bir tanesini dahi eve getiremedim...
ben seni aldattım züheyla'm. güzeller güzeli züheyla'm, gözleri şafak aydınlığı, dipsiz kuyu, bakışı beni benden alan züheyla'm. çocuklarım, kıymetlilerim, evet, annenizi hem de hiç değmeyecek aşağılık bir sokak serserisiyle aldattım, rızkınızı o pespayeye yedirdim. artık bunun utancıyla sizin yüzünüze bakamadığım için evi, yuvamı, eve zar zor getirdiğim rızkla yapılan sıcak çorbamı terk edip gidiyorum..."
o denli güzel ve iğne oyası misali işlenecek bir konu yakalamış ki yazar, keşke! ah keşke kahramanlarının yaşadığı olaylara, diyaloglara bıraksaymış öyküyü de onlar kendileri anlatsalarmış bizlere kendilerini. çocukları örneğin... sadece varlıklarından haberdarız ama kaç yaşındadırlar, saçları, kaşları-gözleri, boyları-posları, kime benzedikleri bir muamma bizler için. onların, 'soğukta etlerinin epil-epil erimesi'ni bizlere gösterebilse, o anları bizlere yaşatabilseymiş mesela.