--spoiler--
sokaklarda 'hacı'yı gören çocuklar elleriyle tempo tutar ''hacci kımmiji, hacci kımmıji'' diye dalga geçerlerdi, 'hacı' asasını sallaya sallaya peşlerinden kovalar çocuklar çil yavrusu gibi kaçışır annelerinin eteklerinin altına sığınırlardı, haci bağırırdı sokaklarda ''ulan siji öldürecem''...
anlata anlata bitiremediği sevgilisi hinto'nun; çekik siyah gözleri, simsiyah dümdüz saçları, bembeyaz teni vardı ve parlak kaygan çiçekli bir entari giyiyordu, sırtında çanta gibi bir şey taşıyordu.
hinto çok güjel diyordu 'hacı' anlatırken.
--spoiler--
Züleyha... Emek'inin kınalı ceylanı, yol arkadaşı, yol göstereni güzel Züleyha... Hacı'nın karısının efsanevi güzelliğinin varlığına aksettiği Züleyha. Kocasına çay taşıyordu Züleyha peş peşe, hiç usanmadan bir akşam yemeği sonrası. Emek görse de karısının ona kardeşlik, karılık, analık ve hatta şimdiki olduğu gibi uşaklık yaptığını, yüzüne takdirini sunmuyor, onurunu, hakkını teslim etmiyordu, evet, o akşam da bunu yapmıyordu. Neden bilinmez, bazı değerler Emek'in içinde artık çözünmeye başlamıştı, sadece ve sadece derin ve vasıfsız bir sevgi kalmıştı bir tek...
--spoiler--
uzunca bir sessizlikten sonra daha önce hiç yapmadığı birşey yaparak selim'in eline kenetledi parmaklarını. derin bir iç çekiş ile başladı konuşmaya;
- hep dersin ya "demirden bir kalbin var, sevgi işlemez!" diye. ben çocukken, kabına sığmayacak kadar çok sevgi vardı bedenimin içinde, her bir hücremde... çetin bir kış gibi geçti hayatım ve her kar fırtınası, her sel, her kasırga sevgi yığınından alarak götürdü, eksiltti... neden durduğumu merak ediyorsun değil mi?"
göz kapaklarını usulca kapatarak başını "evet" manasında aşağı ve yukarı doğru salladı selim.
--spoiler--
Çalışmaktan yorulmuş Emek, bir gün eve meyhane - ertesi geç bir vakitte geliyordu, cebindeki iki üç kuruşla tam sarhoş olamadan ayrılmıştı oradan Emek, halbuki niyeti kolay yoldan sarhoş olmaktı; "ah bir de kafasını yorsaydı kolay yoldan zengin olmaya, iyi olmaz mıydı?", diye düşündü Züleyha yiğidini görünce eski püskü divanlarında onu beklerken.
Emek'in o geceki niyeti Züleyha'nın bedenine tüm çakır - keyfini zerk etmekti, Züleyha da karşı koymadı, nasıl karşı koyacaktı ki, onun her şeyi Emek'ti, mutluluğu da Emek'ti, kıyameti de... Emek pamuk tenden hevesini alınca, Züleyha'nın yüzüne acı bir gülümsemeyle baktı uzun uzun ve düşündü: " bu hayatın bütün yükü üzerimde, sen ve çocuklarımız, ağır gelmeye başlarken her şey ve günden güne daha da çökerken yerin dibine doğru halterin altında ezilircisine, neden hala buradayım, hiç merak ediyor musun? ". Bu sorunun cevabını kendisi bile bilmiyordu, hayal - meyal zihninde şekillendirmeye çalışırken sebepleri, uyuyakalmıştı.
--spoiler--
hatırlayabildiğim çok fazla şey yok. bir iki anı, birbiriyle bağdaştıramadığım basit olaylar var hafızamda.
mesela; portakal kabuğunun sobadaki görüntüsü kalmış aklımda. küçük küçük, eğri büğrü kesilmiş, sobanın üstüne serpiştirilmiş portakal kabukları, ve onların muhteşem kokusu.
mesela; alışkanlıklar. açık kapıları örtme alışkanlığı.
mesela; nohut. nasıl leblebi olurdu sobanın üstünde?
mesela; hasta olduğum zamanlar.
mesela; sıcaklığın verdiği mayışıklık.
--spoiler--
Hatırlayabildiği çok az şey vardı Emek'in, Züleyha'sını ve çocuklarının terk ettikten yıllar sonra. Nasıl soba yapıldığını hala hatırlıyordu mesela, hasta olduğu zaman Züleyha'sının elinden içtiği sıcak çorbaların tadını hala hatırlıyordu, oğlu Neşet'in yere düşüp dizini kanattığında yüzündeki çaresizce haykırışı hatırlıyordu, karısının teninin tavşan tüyü yastık yumuşaklığında olduğunu mesela, evet, onu da hatırlıyordu. Emek, eski hayatını özleyebilecek kadar çok şey hatırlıyordu aslında...
--spoiler--
birkaç defa dokunacak kadar yaklaştığım oldu tabi, ama o fırsatları da ben değerlendiremedim. mesela sobayla ilk karşılaşmam; bir bayram günüydü sanırım, annemin maddi durumu pek iyi olmayan uzak bir akrabasını ziyarete gitmiştik. fazla büyük değildi, yuvarlak hatlı parlak, sahte, acayip kahverengi ,önünde ufak, parmaklıklı bir göz, içinde alevli odunlar takırdıyor. yanındaki kanepeye uzanan kadından korktuğumdan mıdır, yoksa sobanın üstünde buharı tüten çaydanlığı görüp, zaten dokunulmayacak bir şey olduğunu anladığımdan mıdır bilmem, yaramaz sayılabilecek bir çocuk olmama rağmen o gün annemin dibinden hiç ayrılmadım. ziyaretten sonra annem uslu durduğum için bana fazladan harçlık verdi, sobanın ve yağ kokan tombul akrabanın hiçbir önemi kalmamıştı.
Oysa bu tür insanlara o kadar uzaktı ki ve hikayesi o kadar taban tabana zıttı ki Emek Usta'nın... Emek Usta yıllarca sobalara dokunma cesareti gösterebilmiş, hatta ellerini sobadan ayırmamış ve fakat sobanın o iliklere kadar ısıtan sıcağını evine getirememişti. Emek Usta'nın hayatı zenginlere taş çıkartacak bir hayattı o koyu fakirliğin içerisinde, Züleyha'sının da, çocuklarının da içlerini sevgisiyle ısıtmayı başarabilmişti yıllarca.
--spoiler--
sol eliyle defterin kapağını kaldırdı, defterin ilk sayfasını çevirdi ve yazanları kısık bir sesle okumaya başladı.
pencereden dışarı baktığında gecenin bir vakti,
hissedersin gökyüzünün üstüne örtülmüş kara perdeyi,
sonsuzluğun önünde, sadece sen ve o,
yalnızlık.
--spoiler--
Bu defter dedesi Emek Usta'nın yıllar sonra öldüğü yerde bulunan defteriydi. Emek Usta yalnızlık içerisinde ölmüştü, sımsıcak yuvasını, sımsıcak çorbasını, bin bir emekle kazandığı ve ailesiyle bölerek yediği ekmeğini bırakıp bir başka şehirde kimsesizliğinde boğularak öldü Emek Usta.
--spoiler--
mektubun başında, sıradan şeyler yazıyordu. nereleri gezdiğinden, neler yaptığından. mektubun ortalarına doğru ise gönderdiği sandıktan bahsediyordu. her satır bir sonraki satırı merak ettirir hale gelmişti. bahsettiği şey imkansızdı. bunu mehmet ali hoca değil de bir başkası söylemiş olsaydı, yalan söylediğini düşünürdü. ancak bunları söyleyen, yıllardır tanıdığı, zeki, mantıklı ve de hurafelere inanmayacak biriydi. ne olmuştu da böyle şeylere inanır olmuştu.
--spoiler--
Emek'in mektubu kısa bir mektuptu, başında da sonunda da sıradışı şeyler yazıyordu. Mektubun başından beri anlattığı şeyler gerçekten imkansızdı. Bunu Emek Usta değil de bir başkası söylemiş olsaydı, bir nebze inandırıcı olabilirdi belki. Ancak bunları söyleyen, Züleyha'nın yıllardır tanıdığı, doğruluktan ayrılmayan, emektar, çilekeş ve de eşine - ailesine son derece sadık biriydi. Ne olmuştu da reislerini böyle bir mektup yazmaya sevk etmişti.
--spoiler--
- hakan! bana bunu neden yapıyorsun? söyle! neden yapıyorsun bunu bana! neden hep sayende anlam kazanmalıyım ben! sensiz, silik ve kişiliksiz bir kadın olma mecburiyetim neden! kendi başıma da bir şeyler olmam, göze çarpmam, çekici görünmem neden anlamsız bir biçimde rahatsız ediyor seni, söyle! bir kişiliğimin olması ve o sayede 'falancanın arkadaşı' ya da 'filancanın karısı' olmanın ötesinde kendim olarak, gonca olarak tanınmam neden korkutuyor seni? söyle neden! neden!
--spoiler--
--spoiler--
- sevilmeyecek bir adam değilim ki ben! neden bırakıp gitti sanki; bunca yaşanmışlık ve alışkanlığın ardından. sırf kırılmasın diye, tüy hafifliğinde cümleler kurdum onunla konuşurken, incinmemesi için pamuk ellerle dokundum tenine, bir gül goncası gibi okşadım, öptüm, kokladım. ne kötülük ettim ki ben? onu sevmekten, sahip çıkmaktan, korumaktan başka ne suçum vardı ki benim?
--spoiler--
-emekim, yiğidim, bırak bu işi, son yaptığın sobayı evimize koyalım, gel benim amcamın kayınbiraderinden yardım isteyelim, belki senin için güzel bir iş düşünür.
+ katiyen olmaz züleyha, buna kesinlikle izin veremem, yıllarca kimseye minnet etmeden emeğimle, bileğimle çalıştım çabaladım, olmaz züleyham olmaz.
Emek yıllar yılı kendisini ve ailesini kimseye muhtaç etmeden dişini tırnağına takarak çalışmayı tercih etmişti, nasıl dokunmuştu gururuna Züleyha'sının bu teklifi.. Dağ gibi adam, kahrolmuş bir adamcağıza dönerken daha da küçülüyordu Züleyha'nın fettan gözlerinde... ***