islamın kökeni

entry1 galeri
    1.
  1. islam, bugün dünyanın en hızlı büyüyen dini.
    bu büyüme çoğunlukla devşirme değil üreme yoluyla olsa da, müslüman olmayan insanların haklı bir endişesi var: islamın hristiyanlıktan hiç de geri kalmayan, varolduğu süre boyunca, tahmini 270 milyon(1) insanın ölümünden direk sorumlu olan fanatik tarafı.

    bu ayrıntı, sadece islamın hızlı büyümesi yüzünden değil, dünyanın dört bir tarafındaki islami liderlerin bu gerçeği kabul etmekteki iki yüzlü tavırları ve dünyadaki 1.8 milyar müslümanın neredeyse tamamının barışsever olduğunu iddia etmeleri nedeniyle de dikkat çekici.
    gerçek ise çok farklı; yaygın göz boyamanın aksine islam, sürekli pagan ve inançsızları öldürmeyi emreden(2) vahşi bir gelenek.

    1.8 milyar bile çok yüksek bir sayı ama müslümanların hedefi, islamın bütün dünyaya yayılması.
    bu büyüme hızıyla da çok imkansız görünmüyor bu. kötü olan bunun barışçıl bir yayılmayla kalmayacağının açıklığı.
    dünyanın dinlerin boyunduğundan tamamen kurtulduğu günleri görmeyi çok isteyen özgür fikirli insanların bu ihtimal karşısında ürpermesi, hristiyanlıkla birlikte doğu despotizminin en saf halini temsil eden, bireye çok az bir hareket alanı bırakan, dişiyi ölümüne aşağılayan gayretkeş islami teolojiyi düşününce çok çok doğal.

    islamda kadının bu derece aşağılanması ve değersizleştirilmesi, islamın kökenlerini düşündüğümüzde oldukça ironik ama binlerce yıldır yapabildiği her durumda kadına boyun eğdirmeye çalışmış erkek egemen bir dünyada şaşılmaması gereken bir durum.
    kadının köleleştirilmesi ilk bakışta kültürel bir durum olarak gözükebilir, fakat bize özellikle erkek karakterli bir ilahi gücü dayatan herhangi bir dini birebir eleştirmeye kalktığımızda önemsizleşecektir bu. özellikle müslümanların zihnindeki tanrıyla birebir uyuşan; arap veya iranlı bir erkek imajıyla, yahudi hristiyan geleneğinin yahudi ve yahudi bir erkeğin özellikleriyle betimlenen tanrısına karşı çıkan, seksist, kadın düşmanı, ırkçı, bağnaz tanrı betimlemesi, herhangi bir ebedi ve sonsuz güce sahip varlık düşünüldüğünde saçmalıktan öteye gitmiyor.
    ama göründüğü kadarıyla küstahlık ve megalomaninin dibine vurmuş müslüman kafalar buna mutlak bir gerçekmiş gibi inanmamızı talep etmekten çekinmiyor, bu da bize islamın kökenini tam olarak açığa çıkarıp inandıkları yalanı yüzlerine vurmaktan başka çare bırakmıyor.
    bu kökenin hem yahudi-hristiyan geleneğinin farklı bir yorumu hem de bu geleneğe karşı ortaya çıkmış tepkinin bir birleşimi olduğunu kestirmek çok zor değil; diğer bütün ortadoğu inançları gibi.
    islamın özellikle yahudilikteki kökenini ele veren en önemli kanıt, arapların da yahudi akrabaları gibi soy kütüklerini ibrahim'e kadar götürmeleri. bunun en önemli nedeni de, arapların ve yahudilerin ayrı ayrı eski ahitte sözü geçen ve tanrının ayrıcalıklı kullarının atası sayılan ismailin(3) çocukları sıfatını alarak hükümlerini genişletme hırsları.
    ancak bugün çok sayıda kanıtla desteklendiği üzere, ibrahimin de diğer bir çok semitik karakter gibi gerçekten yaşamış bir insandan çok mitolojik bir karakter olma olasılığı daha yüksek.

    barbara g. walker'dan alıntıyla:

    "abraham" ismi köken olarak ataerkil bir hint tanrısı olan brahma'ya fazlasıyla yakın, muhtemelen onun semitik versiyonundan veya mekkeyi kuran islami bir versiyonundan öte değil.
    ancak islami mitolojiye göre ibrahim mekkeye sonradan gelen ve kabeyi sahiplenen biri.
    kabeyi, sonradan karısı olarak anılacak sarah isimli bir rahibeden satın alıyor-sarah aynı zamanda kabenin ibrahim satın almadan önceki tanrıçasının ünvanlarından biri: "kraliçe"-.
    sonrasında olanlar daha karmaşık, eski ahit yazarlarına göre abraham kendi karısı sarah'yı çıkarları için mısırlı prenslere peşkeş çekiyor(4). bu evlat katili(5)dışında başka sıfatlar kazanmasını da sağlıyor.
    yahudilere göre ishak, müslümanlara göre ismailin neredeyse ölümüne yol açan kurban olayında ise ibrahim, yehovanın kutsal ağaçlarını isa'nın daha sonra kökeni aynı olan bir teknikle kurban edildiği gibi, evladının kanıyla yıkamaya niyetleniyor."

    ibrahimin kökenine dair bu hikayeler, islam ve hristiyanlığın da üzerine kurulduğu semitik temellerin, çok eski mitlerden ibaret olduğuna dair çok güçlü bir kanıt.
    islam konusunda ise walker şunu söylüyor:

    "al-lat, al-ilat veya babilde allatu olarak bilinen ve islamın ilk dönemlerinde erkeksi özelliklerini kazanan eski arap tarıçasına kabede zaten uzun zamandır tapınılıyordu. "islamın allah'ı" sadece eski bir arap ay tanrıçasının erkeğe dönüştürülmüş bir versiyonu. bu ay tanrıçasına ait çok eski hilal sembolü müslümanlar dişi karakterli bir ilahi varlığa dair ne varsa reddetmelerine rağmen, islami gelenekte de yerini koruyor."

    gerçekten de kuranın kendisi bile allah'ın ay ile olan ilişkisini belirtmekten kaçınmıyor(6).

    theodor reik ise, pagan rites in judaism kitabının 97. sayfasında ay konusuna başka bir yorum getiriyor:

    "bütün semitik kökenli toplumlar, paylaştıkları ortak bir ay kültüne her zaman sahipti. muhammed arabistanın eski dinini devirdikten sonra bile, ayın önünde secde etmeyi yasaklayabilecek güce erişene kadar ay kültüyle ilişkili bütün gelenekleri radikal şekilde ve tamamen ortadan kaldırmaya cüret etmedi."
    ...
    "diğer yandan, hüküm sürdükleri dönemde araplarla yakın ilişkileri olan kaldelilerin isminin kökeni ur şehrine kadar araştırıldığında, "aya tapanlar" dan başka bir anlama gelmediği görülüyor zamanında.
    babillierin tanrıçası ishtar'ın kelime olarak kökeni de, arapların kendi ay tanrıçalarına seslenme biçimi olan "hanımımız" hitabıyla birebir aynı."

    "yahudi kabileler daha doğrusu onların ataları, arap yarımadasından dışarıya çıkan son göç dalgalarından biri. inandıkları kültün tam merkezinde yer alan nesne ise, ismini babil ay tanrısı sin'den alan sina dağından başka bir şey değil."

    sonrasında charles dupuis, the origin of all religious worship kitabında bu ay kültünden islamla ilişkili arap astroteolojisine geçişi şu şekilde açıklıyor:

    "ay, araplar için her zaman büyük bir ilahi güçtü.
    islama geçişlerinden yüzyıllar sonra bile sarazenler, putperest zamanlarında "cabar" adıyla taptıkları afroditin simgesi olan hilali bayraklarından çıkartmamışlardır, bugün türklerin de her yerde kullandığı gibi.
    afroditin ve ay tanrıçalarının ortak simgesi olan boğa hem sarazenlerin hem saba araplarının sembollerinde çok uzun zaman yerini korumuştur."

    "bugün müslümanların kutsal mekanı olan kabe muhammetten önce çok uzun zaman ay kültünün merkezi olagelmiş bir yerdir. günümüzde müslümanlar büyük sevgi beslediği ve önem verdiği kara taş ise, uzun zaman önce staurnus'u betimleyen bir heykelden başka bir şey değildi. küfedeki büyük caminin duvarları, daha önceden orada var olan bir ateş tapınağının temelleri üzerine inşa edilmiştir."

    "bugün, eski babilin yıkıntıları üzerine araplar tarafından kurulan hilla şehrine gittiğinizde, babillierin bel, iranlıların mithras adıyla tapındıkları ilahi varlığın adına inşa edilmiş ve yıkılmış güneş tapınağının yerinde yükselen mesched eschams, yani güneş camiini görebilirsiniz."

    walker, bütün bu geleneğin kaynağı olan mekkedeki pagan gelenekler hakkında devam ediyor:

    "kara taşın kutsal mekanı olan kabe, islamın ortaya çıkışından bir süre önce; manat, al-lat ve al-uzza(yaşlı kadın adıyla da tanınırdı)'dan oluşan, üçlü bir pantheonun merkezi durumundaydı. kara taş, aynı artemis tapınağındaki taş gibi üzerinde dişiliği ve doğurganlığı simgeleyen bir vulva sembolü taşıyordu. bugün islamın ataerkil yapısı nedeniyle bu sembolizm kaybolmuş olsa da, kabenin muhafızlarının hala yaşlı kadının çocukları* ünvanını taşıması ilginçtir."

    ve kuran çevirmeni n.j. dawood, bununla alakalı çok ilginç bir detaya değiniyor:

    "arap paganizmi, islamın ortaya çıkışından çok önce gerilemeye başlamıştı. kabede en güçlü ilahi varlık kabul edilen allah'ın yanında, onun kızları olarak kabul gören manat, al-lat ve al-uzza'ya da tapılıyordu.
    bu isimler sırasıyla; şans, güneş ve venüsün simgeleriydi"

    babalarının hangi gök cismiyle simgelendiğini söylememe gerek yok sanırım.

    arabistanın islamdan önceki hali, yaygın bir şekilde kadınların değersiz olduğu bir cahiliye toplumu biçiminde yansıtılır islami kaynaklar tarafından ama bu tarihin gördüğü en büyük kandırmacalardan biridir.
    döneme ait tarafsız araştırmaları inceleyen biri, arabistanın islamdan önce bin yıllık anaerkil bir yapıya sahip olduğunu ve islamın gelişiyle bunun tam tersine, barbar ve yobaz ataerkil bir yapıya döndüğünü görecektir.

    yine walker'dan devam edelim:

    "asurpanibal'ın yıllıkları arabistanın, öncesini hiç kimsenin hatırlayamadığı kadar uzun bir süredir kraliçeler tarafından yönetildiğini yazar..."

    "muhammedin hayatına dair efsaneler, onun açıkça anaerkil bir toplumda yaşadığını ortaya koyar. anne ve babasının evliliği matrilokalbir evliliktir. annesi ailesinin yanından ayrılmamış ve kocasını arada sırada uğrayan, temelli yerleşmeyen biri olarak evine kabul etmiştir."

    islam öncesi arabistana, anasoylu klanlar hakimdi. evlilikler matrilokaldi. veraset anasoyluydu.
    poliandri çok yaygındı. genelde erkekler evlendikten sonra karısının evine taşınırdı. boşama yetkisi kadındaydı: eğer kadın çadırının kapısını 3 gece üst üste doğuya doğru çevirirse, kocasını boşamış sayılırdı ve erkek bir daha çadıra giremezdi.

    "toplumsal yapıyı konu alan ciddi bilimsel araştırmaları bir kenara bırakırsak, erken dönem arabistan tarihinin kişiler ile ilgili kısmı tamamen mitler ve efsanelerden ibarettir. muhammed'in kendisinin varlığı da de buda, isa ve ataerkil dini sistemleri kuran diğer tüm tarihi kişilikler gibi gerçek kanıtlardan yoksundur.
    hayatı ve öğretileri de, tıpkı tabutunun kıyamete kadar cennet ve dünya arasında asılı durduğu hikayesi gibi, gerçek kanıtlardan yoksunluğu sebebiyle uydurma sınırlarının ötesine geçememektedir."

    "muhammed var olmuş olsun-olmasın, islam kadına kölelik ve haremde cariyelikten başka bir seçenek tanımayan, tamamen ataerkil bir sistem halinde gelişmiştir. kadınlar camilere istisnalar dışında hala giremez; bu konuda kadının statüsü kafirler ve hayvanlardan farklı değildir."

    "ancak, tanrıçanın izleri silinmez olduğunu kanıtladı. hristiyanlıkta bakire meryeme dönüştüğü gibi, islamda da "muhammedin kızı" fatima'nın kişiliğinde ölümlü bir varlığın şeklini aldı. fatima gerçekte kimsenin kızı değildi; bazıları tarafından "kendi babasının annesi" ve "güneşin kaynağı" ismleriyle de bilinirdi.

    walker'ın kuran hakkındaki görüşleri daha da ileriye gidiyor ve "sorgulanmaması gerekeni" sorguluyor: kuranı kim yazdı?

    "islami yazınların, çoğu zaman yanlış şekilde muhammed tarafından yazıldığı ima edilir. müslümanların inandığı tabi ki bu değildir. ama çoğu, gelecekte kurana kaynaklık edecek bu yazınların tanrıça korenin, mekkede onun tapınağını koruyan kureyşliler tarafından genişletilmiş ve gözden geçirilmiş sözleri olduğundan habersizdir."

    "kurana ait orijinal yazınlar, muhammedin yaşadığı iddia edilen zamandan çok önceleri, muhtemelen anaerkil toplumun rahibeleri olan "kutsal imamlar" tarafından yazılmıştı. yazınların orjinalinin ezelden beri cennette var olduğunu ve tanrıçanın göğsüne giymiş bir halde gelip onlara verildiğini iddia ederlerdi. aynı tiamatın kader kitabının tabletlerini üzerine giydiği gibi! bazen de göksel kuranı, "korunmuş tabletler" olarak adlandırırlardı; ur yazınları, toth'un kitabı ve hermes tabletlerinin zaman zaman adlandırıldığı gibi."

    "yahudi-hristiyan örneğinde olduğu gibi, kuranın antik yazınlar temel alınarak yeniden yazılış amacı da kutsal tanrıçanın izlerini silmek ve ataerkil bağnazlığı dayatmaktır."

    kuranın muhammedle ilişkisi konusu ise bambaşka bir boyut.
    charles frances potter'ın the great religious leaders kitabındaki konuyla ilgili görüşleri şu şekilde:
    "onun herhangi bir incili okuduğu, dahası herhangi bir şeyi okuduğu veya yazdığı çok şüphe götürür bir konu: kendisini okuma-yazma bilmeyen peygamber olarak tanımlamıştır. ama tabi ki kuranın temeli hem yeni hem eski ahitin, islam öncesi arap yazınları ve diğer kaynaklarla harmanlanmış şeklidir."

    yine bir islam uzmanı olan dr. daniel pipes, 5 aralık 2000 tarihli yazısında kuran'ın orjinalliği hakkında şunu söylemektedir:

    "kuranın kaynağı muhammed, hatta arabistan bile değildir. bütün yazın, sadece yeni bir çağın ihtiyaçlarını karşılamak üzere birleştirilip yamanmış yahudi hristiyan edebi materyalinden ibarettir.

    incil uzmanı dr. robert m. price ise olaya yeni bir yorum getiriyor:

    "kuranın, farklı kaynaklardan gelen hagarene yazınlarının, kendi kitabına sahip musa benzeri bir peygamber miti ortaya çıkarmak için birleştirilmesiyle ortaya çıkmış olması olası."

    bu yeni iddia oldukça sarsıcı: suriye ve mezopotamyadaki arap fetihleri tarihsel bir gerçek, ancak yarımadalarından çıkıp yaptıkları fetihlerin ivmesini kaybeden arapların, belki 100 yıl önce yaşadığını iddia ettikleri bir peygambere ait bir mit yaratarak yeni bir motivasyon aracı elde etme girişiminde bulunmuş olmaları ihtimali.

    1.http://www.politicalislam.com/ …ages/tears-of-jihad/
    2. 2:191, 9:5, 9:73
    3. genesis 21:18
    4. genesis 12:16
    5. genesis 22:10
    6. k, 76:23, 2:18
    0 ...