yönetmenin bir çok filminde görülen ortak nokta çift kişilik sendromlarıdır. lost hıgway de iktidarsız ve artık yaşlanmaya başlamış olan müzisyen hapiste bir değişim geçirir ve tam tersi (aslında tam istediği) olan bir karaktere dönüşür : genç ve dinamik, seks yaparken asla zorlanmayan. mulholland drive filminde de buna benzer bir bölünmüş kişilik travması söz konusudur. yönetmenin bu iki filmde de yaptığı en iyi iş gerçeklik algısını bozmasıdır. ve tabi karakterlerin kullandığı materyaller düşünmemiz için bizi dürtmektedir. uyanıp uyanmamak arasında kararsız kaldığımız bir rüya gibidir bu film; hem ürkütür hem de sonuna kadar beklemeyi mecbur kılar. elbette herkes filmden farklı çıkarımlar yapar ve yapmalıdır. hepimize farklı şeyler hissettirebildiği için iyi bir filmdir.