timur un yıldırım beyazıt ı kafesle dolaştırması

entry54 galeri
    13.
  1. şanlı tarih mavraları arasında gürültüye getirilmiş meselelerden bir tanesidir ki konuyla ilgili fikir yürütmeden önce, yıldırım beyazıt'ın, muharip gücünü abarttığı ordusuna güvenle timur'a hitaben yazdığı, tabiri caizse küstahça mektupları incelemek gerekecektir.

    300 ila 320 bin arasında tam techizatlı atlı asker, sayısız fil, onların çektiği sayıları yüzlerle ifade edilen dev mancınıklar ile muazzam bir ordu eşliğinde türkistan'dan anadolu'ya geçen timur, fethettiği toprakları inanılmaz vergilere bağlayarak batıya doğru ilerler ve bu müthiş orduyla geçtiği yerleri; çöl çekirgelerinin istilasına uğramış hububat tarlası görünümüne sokarken, beyazıt'a yazdığı ilk mektubunda özetle şunları istiyordu.

    "...Kara Yusuf ile Bağdat Sultanı olan Ahmed Celayir'in osmanlı idaresine sığınma taleplerini kabul etme! bu iki kişiyi yakalayıp aileleri ile birlikte ya bana teslim et! veya öldürülmelerini ya da osmanlı sınırları dışına çıkarılmalarını sağla!..."

    bu mektupla, kendisine bir emrivaki yapıldığını düşünen yıldırım beyazıt, biraz da timur'un askeri gücünü payitahta jurnallemekle görevli gözcülerin yanıltıcı ifadeleri ile timur'a adeta meydan okuyan o meşhur cevabi mektubu yazdırmıştır.

    beyazıt'ın uzun mektubunun en can alıcı bölümü şudur;

    "...ey ihtiyar köpek, tekfurdan daha şiddetli kafirsin. mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin. osmanlı sultanlarını acem padişahlarına benzetme. osmanlı askerleri de ne kıpçak ülkesi tatarları gibi sıradan insanlar ne de hint toplulukları gibi başı boş, sere serpe avare kalabalıklar değildirler. Osmanlı askerleri ırak ve horasan askerleri gibi hamiyetsiz ve sefil olmayacak kadar onurlu askerlerdir. yine sen, osmanlı askerlerini şam ve memluk askerlerine de benzetmeyesin..."

    beyazıt'ın mektup içerisinde dile getirdiği tüm bu ülkeler, Timur'a mağlup olmuş oldukları için, Yıldırım Bayezid bu ülkeleri kötü birer örnek olarak Timur'a göstermek istemiştir. Ayrıca, Yıldırım'ın mektubunda adları geçen islam ülkelerinde Timur'un, çok sayıda Müslümanı öldürdüğü ve şehirlerini harab ettiği kaydedilmektedir ki, bu durumu Timur da söylemekte bir sakınca görmemiştir.

    Böylesine bir akibete uğramak istemeyen Yıldırım Bayezid, işi savaş yoluyla bitirmek istemiş olacak ki ona yazdığı cevabında;

    "...bu mektup eline geçtikten sonra savaş meydanına her kim ki gelmeyip kaçarsa, onun eşi üç talakla kendisinden boş olsun..." diyerek, Timur'u savaş meydanına davet etmiş, dahası gözdağı vermiştir..."

    bu cevap yazıldığı sıralarda timur, sivas ve çevresini ele geçirmiş bulunmaktadır ve daha batıya en hızlı ne şekilde gidebileceğinin planlarını yapmakla meşguldür. bu yenilmez-yutulmaz sözlere karşılık timur'un cevabi mektubunu, yine de saldırı değil savunma anlayışıyla kaleme alındığını görüyoruz.

    "...Sen kendini Allah yolunda cihad eden, bizi ise haksız yere kan döken bir kafir ve beni yeni yetme bir savaşçı saymışsın. Bil ki, ben kırk yıla yakın bir süredir nefsimi cihada adamışım. Bu cihatlar sonunda kaleler ve ülkeler feth ederek, beldeleri kurtarmakla meşgulüm. Kaldı ki bu halim, dünden daha açık ve kesindir. Bu mücadeleler esnasında, çok sayıda kişi bize itaat etmiş ve yolumuzda canlarını feda etmiştir. Siz niçin bize hizmet etmekten kaçıyor, sevgi göstermiyorsunuz? Hem yaşça da senden büyük durumdayım. Bu güne kadar hangi tarafa gittiysem, kısa sürede orayı ele geçirdim. Sivas'ı da kısa zamanda elde ettim. Sen Malatya'yı muhasara ettin, dört ay elde edemedin ve geri dönmek zorunda kaldın. Sinop Kale'sini ne zamandan beridir elde edemedin. Mektubundaki gibi tehdit ve gurura kapılma, akıl yolundan uzak sözlere cesaret etme.

    Kaldı ki Sivas'ta ele geçirdiğim adamlarınızdan durumunu anlamış haldeyim. Dolayısıyla pek çok Müslümanı rencide etmek, han ve mallarını harab etmek uygun görülmemiştir. Bu sebeptendir ki, güzel cevap vermeyi yüksek bir iş olarak bil, ülkeni harap etmekten kurtarmış olursun. Bizimle anlaşma yoluna döner, özür dileyen bir ifade ile cevap verirsen, aramızda dostluk ve sevgi olur. Böylece Frenk kafirine fırsat vermemiş olur, biz de, Sivas'tan çekilerek geri döneriz. Bizim niyetimiz ve meylimiz sizi zayıf düşürerek meşgul etmek, böylece kefere dinine yardım etmek değildir.

    Bizi ve askerimizi kafir, dinsiz, sapık itikatlı mezhep sahibi ve çirkin adetleri bulunmakla itham etme. Bizim askerimiz babadan ataya Müslüman ve Müslüman çocuklarıdır. Niçin hidayete layık olmasınlar? Kaldı ki, Osmanlı'nın askerleri çoğunlukla kafirlerden devşirme olduğu açıktır. Davamız cihangirlik olup, saltanatımız adına hutbeler okunmaktadır, sikkeler basılıdır. Müslümanların ulü'l-emri olduğumuzda şüphe yoktur. Bizim soyumuz, ilhan-ı alişan'a ulaşmaktadır. Eğer samimi selamınızla beraber iyi ifadeler içeren mektubunuz gelirse, her iki taraf arasında yumuşama ve sevgi peyda olur. Aksi halde kılıç ortaya çıkınca, kaleme yer kalmaz ve's-selam..."

    timur, bu barış yanlısı ifadelerinde ne denli samimi idi bilinmez elbet! ancak, yazılan mektubun üslubu açısından bakıldığında, yıldırım'ın 'harbi delikanlı' görüntüsüne karşın, liderlik ve devlet adamlığı bilincine vakıf bir hükümdara ait mürekkep kokusu duyulmakta denebilir.

    yaptığı hatayı beyazıt'da anlamış ya da akıl hocaları anlatmış olacaklar ki buna cevabi mektupta oldukça sakin, suhuletli bir üslup ve osmanlı padişahına yakışır ifadeler görmekteyiz;

    "...Zamanın cihan sultanı olan Timur-i Köregen, Sivas'a gelip yerleşmeyi, bizim Tebriz'e yöneldiğimize benzeterek tuhaf kıyaslamada bulunmuşsun. Kaldı ki biz, Kefe'den Şirvan'a varıp, o ülkeye asker çıkarsak, kim mani olabilir? Kıpçak halkı sizden bıkıp usandığı için bizimle beraber olmayı tercih etmektedir.

    Malatya ve Sinop hususundaki iddianız da doğru değildir. Bazı sebeplerden dolayı muhasaradan vazgeçilmiştir. Yoksa bizim askerimizin azlığı veya sizin askerinizin çokluğundan dolayı olmamıştır. Kastamonu ve Karaman hakimlerinin inatları ve o sırada fırsat bulup, bazı vilâyetlerimize saldırmaları, bizim Malatya ve Sinop'daki muhasarayı kaldırmamızı zaruri kılmıştır..."

    "...iyi bil ki, atam Ertuğrul Han üç yüz kadar gazisiyle beraber, Hülagu Tatar'ından onbin Tatar'a vurup, Alaeddin Keykubat'a galip gelenleri mağlup etmiştir. Bundan sonra devlet idare etme şerefine nail olmuş, hil'at kendisine verilerek, Allah'ın lutfu ile al-i Selçuk'un yerine idareyi elde tutması isyan ve baş kaldırma ile olmamıştır. Osman Bey'in ilk culusundan itibaren, dört tarafında bulunan kafirlerle gece-gündüz iki yüzbinden fazla askeriyle cihat etmiştir. Bu saltanat yıldızımız bugün dördüncü tabakaya erişmiş ve şimdiye kadar fethettiğimiz kale ve kasabaların sayısı geçmiş sultanların hayalinden geçmesi dahi mümkün olmamıştır..."

    sözleriyle Osmanlı saltanatının tarihi seyrini açıkladıktan sonra, Osmanlı'nın iktidar amacını şu ifadelerle duyurmaya çalışmıştır;

    "...Bizim nazarımızda; dünya ve içindekilerin kıymeti, Allah yolunda cihat etmenin yanında saman çöpü kadar değeri yoktur. Osmanlı askerine Abdullah oğlu demekten fazlasıyla zevk duyarız. Çünkü bütün sahabe-i kiramın ataları kafir iken, kendileri müslüman oldular. Böyle müslüman olanlar, insafı olmayan müslüman-zadelerden çok çok üstündürler..."

    şeklinde dini kanaatini ifade etmiştir. Timur'un istila ettiği islam ülkelerinde yaptıklarını tasvip etmeyerek;

    "...Siz Sivas'ı harap idüp, ehl-i islam'ın ırzını payimal etdükten sonra ne denilebilir ki! Siz, ilk suçlamayı kendinizden gidermeye uğraşıyorsunuz. Arapça ve Farsça gelen mektuplarınızda sertlik, kabalık, kibir ve gururdan başka bir nesne yoktu. al-i Osman, hile ile ülkeleri kendisine mülk edinmemiştir. Mektuplarımız akıllı devlet erkanımızla yapılan istişareler sonrası yazılmıştır..."

    beyazıt'ın bu mektubunun anafikri, islam liderliği için timur'un uygun bir kişi ve kişilik olmadığının kendisine lisan-ı münasiple tebliğidir ki timur bu mektuba muhtemelen beyazıt'ın ilk mektubundan daha ziyade sinirlenmiştir.

    bu mektuptan sonra karşılıklı olarak kaleme alınan mektuplar adeta karşılıklı güç gösterisi niteliğinde devam etmiş ve ankara savaşı öncesinde şu biçimde nihayetlenmiştir;

    "...sulh için antlaşmaya varılacağı umuduyla birkaç kez mektuplar gönderdik. Ama siz gittikçe artan bir katı tutum içerisinde oldunuz. Ta ki biz ve askerimiz için kafir ve kafirden daha eşed kafirlerdir demeniz sözü her yerde söylenir olmaya başladı. Elçileriniz olan Sungur ve Ahmed adamlarınız uzun süredir yanımızdadırlar. islamlığımızı ve inancımızı biliyorlar. Hedefimiz Kefe ve Kırım yönüne iken, Şirvan'dan geri dönüp tekrar Erzincan'dan o tarafa varmak icap etti. Semerkand'da bulunan oğlum Muineddin Muhammed Sultan Bahadır da askeri ile birlikte bana katılacaktır. isteğimiz Erzincan'a varmadan ve askerimiz şehirlerinize girmeden önce Sivas, Malatya, Elbistan, Erzincan ve Kemah'ın bize bırakıldığını sağlam bir ahit-name ile bildirmenizdir..."

    mektuplar karşılıklı gidip-gelirlerken beyazıt, timur'un sahip olduğu ordunun gerçek gücünü ve disiplinini de ölçüp-tartmak ve ne menem birşey olduğunu belirleme fırsatı da bulmuştu. bu meyanda, yazdığı son mektup ile antlaşmaya razı olduğu, belki de timur'un bazı ön şartlarını kabul edebileceği intibaını uyandırıyordu.

    "...Timur-i köregen hazretleri, ilgi uyandıran antlaşmaya dair mektubunuz, ben Sivas'a geldikten sonra ulaştı. Ben bu sırada antlaşma hazırlığı içerisinde bulunuyordum ki; Nagah* sulha muhalif bir başka mektup Karaman fesatları elinden orduyu humayunumuza erişti ve antlaşmanın gecikmesine sebep oldu.

    Devlet erkanımızdan akıllı kişiler bu durumu şöyle değerlendirdiler. ikinci mektup ilk karışık dönem sürecinde yazılarak elçi ile gönderildi. Karaman topluluğu ki eskiden beri ocağımızın düşmanı olmuşlardır, bunlar elçimizi öldürüp, fitne iyice ayyuka çıkıncaya kadar mektubu sakladılar. Musalaha olacağı ihtimalini görünce, bu kez bazı rezilleri üzerimize gönderip bizi şüpheye düşürmüşlerdir. Rezillerin eline düşen mektubun gecikmesinin sebebi dahi biz olmadığımız hususu malumunuzdur. Bu durumu yaltaklanma olarak görürseniz hayır, asla düşmandan yüz çevirmek adetimizden değildir. Sulh ve cengin cezası ve mükafatı buna sebep olan tarafa aittir. Eğer bir kimse fitneye sebep olursa, Allah'u Teala onun cezasını versin..."

    moğol imparatoru timur ile osmanlı hükümdarı yıldırım beyazıt arasında karşılıklı olarak arapça ve farsça olarak kaleme alınmış bu mektuplar; osmanlı ordularının, tarihi boyunca muharebe meydanlarında yaşadığı kuşkusuz en büyük hezimetlerden biri olan ankara savaşı öncesine ait önemli tarihi vesikalardır.

    kafes mevzusuna gelirsek, bununla ilgili de tarihi bir vesika bulunuyor;

    isviçre'nin Schaffhausen kentinde tarihi ana caddede dört katlı bir binanın tam ortasında bulunan bir resimde Timur'un Ankara Savaşı'nda Yıldırım Beyazıt'ı yenerek kafese koyduğu ve şehir şehir dolaştırarak teşhir ettiği o dramatik olay betimlenmiştir ki aynı resimde timur da görülmektedir.

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/376017/+
    8 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük