istanbul'dan izmir'e otobüsle gideceğim. 23:00 seferine aldım. oldukça yoğun ve yorucu bir gün geçirmiştim, uykusuzluk tavan yapmış durumda. ayakta uyuyacağım, o derece. yolculuk vakti geldi, otobüse bindim, cam kenarında olan koltuğuma oturdum. tek hayalim, bir an önce uyumak. şansıma yanımdaki koltuk da boşmuş. oh, kebap. gözümü kapatmamla uyumam bir oldu. bilenler bilir, istanbul-izmir seferi yapan araçlar feribot haricinde genellikle susurluk civarında mola verirler. neyse, bir ara gözümü açtım, ama çok rahatsız hissediyorum kendimi. beni uyandıran şeyin ne olduğunu sorguluyorum uyku sersemliğiyle ve bulmam çok da uzun sürmedi. öyle bir çişim var ki, ucunda tutuyorum. yani hafif bir kasılma vs durumunda salacağım, o derece. şöyle bir etrafa bakındım neredeyiz diye ama gece vakti anlamanın mümkünatı yok. hemen üstten butona basıp muavini çağırdım:
himmet: neredeyiz?
muavin: biraz önce susurluk'tan çıktık.
himmet: yapma yaa, en azından 3 saat var yani izmir'e?
muavin: evet.
himmet: ya birader, benim çok tuvaletim var, bildiğin yapmak üzereyim. kaptana söyle de bir kenarda duruverin, yapayım.
muavin: abi kaptan durmaz ama sorayım.
sordu ve geldi;
muavin: yok abi, duramam dedi kaptan.
himmet: oğlum altıma yapacağım neredeyse.
muavin: (gevrek bir tebessümle) yok daha neler abi, izmir'e 2-3 saat bir şey kaldı şurada.
ve gitti sıfatına sıçtığımın.
ulan resmen altıma etmek üzereyim, kazık kadar adamın düştüğü duruma bak. değil 2 saat, 5 dakika daha tutacak gücüm kalmamıştı. muavinin yolculuğun başında servis ettiği ağzı kapalı bardak şeklindeki meyve suyu gözüme ilişti.* jelatini açtım, meyve suyunu bir dikişte içtim. niyeti bozmuştum. belki çok zor bir durumdaydım ama şans yine de benden yanaydı. her şeyden önce yan koltuğum boştu, vaktin gece olması sebebiyle otobüsün ışıkları yanmıyordu ve çoğunluk uyuyordu. hafifçe cama doğru meyillendim, açtım fermuarı, çıkardım bizim aleti. yerleştirdim meyve suyu bardağının içerisine, başladım salmaya. ohhh. o anda hissetiğim rahatlama duygusunun tarifi yok sözlük, dünyalar benim olsa bu kadar mutlu olmam. tabi bardağın hacmi, bizim idrara yetecek gibi değildi. bardağın sıcaklığından, neresine kadar doldurduğumu anlıyordum. depo dolmuştu, kendimi zor da olsa kastım ve işeme işlemine ara verdim. jelatini, usulca bardağın üstüne geri örttüm. ve bardağı önümdeki koltuğun arka kısmında bulunan kapağı açıp bardaklık kısmına yerleştirdim. çişim hala vardı ama artık tutulabilecek seviyedeydi. hem niyeti bozmuştum artık, bir daha gelirse bir meyve suyu daha ister ona ederdim. keyfim yerine gelmişti, rahatça uyuyabilirdim fakat bardak devrilir de rezillik çıkar diye o saatten sonra uyumadım. izmir'e vardığımızda, araçtan inmeden evvel acaba bardağı da alıp çöpe atsam mı diye düşündüm. ama sonra ibne muavinin o gevrek gülümsemesi geldi aklıma ve o idrar dolu bardağı otobüste bıraktım. o günden beri otobüs yolculuklarından önce çok sıvı almamaya, molalarda tuvaletim olmasa da tuvalaete gitmeye çalışıyorum.