bizim, minyatürden yağlıboya resme geçişimiz, düpedüz batılı resim sanatına öykünmekle başlar. şeker ahmet paşa'nın, osman hamdi bey'in, paris güzel sanatlar okulu'nda loui boulanger, léon gérom gibi öğretmenlerden öğrenip dönüşlerinde yurdumuza yerleştirdikleri, yüksek devlet okullarımızda da öğretilmeye başlanan batı deseni, bu geçişin başlangıcıdır. ikinci kuşak, izlenimci resmi getirdiğinde bu geçiş daha da pekişmiş oldu.
gérom'u, boulanger'yi unutanlar, "işte batı öykünmeciliği!" diye başladılar, "bizim değil bu resim, kendi resmimize dönelim." hangi kendi resmimiz? siz, ahmet şeker paşa'yı, osman hamdi bey'i anımsatınca da, "o iş bir kez olmuş bitmiş, artık değiştirmeyelim," dediler.
oysa, değiştirmeyelim dedikleri bu sanat anlayışı, alıştığımız bu doğu benzeri resimler, gerçekte batı'nın, tepki gösterdiği eski toplumsal koşullarından çıkma, yaşama olanağını yitirmiş dünya görüşlerinin ürünüydü. çok yıl önce olup bitmiş bir olayı, neden baş tacı etmek zorunda olduğumuzu anlamak güçtür. çünkü, bu davranışın şaşırtıcı yanı, ille de eski batı anlayışında ve beğenisinde kalmamızın istenmesidir.