bazı hayatlar vardır. insanların akıllarında kırıntı olarak yaşarlar. üstelik bu kırıntılar bir akıl ya da hafızada değildir. parçalanmış, un ufak olmuştur. hayatı bir bütün olarak toparlayabilmek için, cam kırıklarını toplar gibi zahmetli ve stresli bir işe girişmeniz gerekir
isidore ducasse öyleydi benim için. vakta ki, maldororun şarkılarını okudum merak ettim ve düştüm yollara. paris kimsesizler mezarlığına kadar gittim anlayacağınız.
sonra o iki satırlık hayat, birkaç cümlelik bilgi kırıntısıyla ortaya çıktı bir şey söyle isodore isimli kitabım.
edward mordrake de öyle
hiç beklemediğim, ummadığım, hatta hazır olmadığım anda karşılaştım. aceleyle bir yere yetişmek isteyip, koşarcasına tam köşeyi dönerken yapıştı alnımın ortasına.
insan öyledir.bazen hazırlar kendini yeni tanışıklıklara, yeni ufuklara. bazen ise değildir. dışa değil içe açmıştır kapılarını ardına kadar. ve pencereleri de sıkı sıkıya kapalıdır.
bilmez işte, girilen kapıdan çıkılır da ya da tam tersi.
edward zavallı edward, bahtsız edward
böyle ismiyle hitap ettiğim için, sakın ola ki çok yakından tanışma imkanı bulduğumu ve samimiyete şurup kattığımızı düşünmeyin.dedemin dedesiyle akrandı belki de..
bilemiyorum, zira doğum tarihi belli değil.
onun hakkında yazılan üç beş cümleden biri de, 19. yüzyılda yaşamış olduğu.
başı mı, ortası mı, sonu mu kimse bilmiyor.
ve sanırım daha da acısı, ilgilenmiyor da
istisnalar var tabi, bahsedeceğim az sabır.
bir de yaşadığı yerden eminiz sanırım; ingiltere
ne tarafına düşer bilmiyorum, hani belki biraz daha izini sürsem çıkabilir
bundan sonra efsane başlıyor, ekleme ve çıkarmalar
kimi sıradan biriydi, diyor kimi asilzade
hem ne fark eder ki
bahtı güzel olsun derlermiş atalarımız biz doğduğumuzda!
yoksa ha arşidük olmuşsun, ha sıradan çiftçi!
hayat hikayesi o kadar gerçek üstüydü ki, çoğu kişi kısa süre sonra bunun gerçek olmadığını, masal olduğunu ileri sürmeye başlamıştı. uyuyamayan çocuklara anlatılıyordu hepi topu 4 satırlık bu korkutucu masal.
gelelim esas meseleye, nedir edwardı bahtsız ve acılı eden şey?
edward iki yüzlü olarak dünyaya gelmiş.
mecaz değil gerçek!
tam kafasının arkasında bir yüzü daha var. gözleri, burnu, ağzı, her şeyiyle tastamam bir yüz daha.
yetişkin olana kadar, neyin ne olduğunun farkında bile değil zavallı edward.
bir süre sonra insanların kendisinden korkarak kaçtığını iyiden iyiye hissedince başlıyor acıları
lanetli olarak görüyor toplumu onu.
belki buna katlanabilirdi, bilemiyorum.
çünkü daha fenası var.
ensesindeki yüzü, adeta bir şeytani ikizi onun.
gündüzleri hep asık suratlı ve suskun.
hava kararınca bir yılan gibi tıslayarak konuşuyor ve ödünü koparıyor edwardın.
edward, bahtsız edward
acılı edward
bahtsızdı; erken gelmişti
acılıydı, onu hiç kimse anlamamıştı.
ve yalnızdı
iki yüzü vardı ama yapayalnızdı
şeytani ikiz, tıslayarak konuşuyordu geceleri
cehennemden bahsediyordu en çok
siz hiç düşmanınızı ensenizde taşımayı düşündünüz mü?
cidden sizden nefret eden, sizin de ondan nefret ettiğiniz birini her salise, her an ensenizde taşımaktan ve geceleri onunla uyumaktan!
her gece kulağınıza cehennem tasvirleri tıslanmasını.
düşündünüz mü?
sanmam, çünkü ben hiç düşünmedim ve empati yapamıyorum bu konuda ne yazık ki!
çaresiz şekilde yardım istiyor çevresinden ve elbette doktorlardan
bu bir lanet diyor halk ve ne yazık ki doktorlar da!
nihayet gencecik bir yaşta..
23ünde yani.
canına kıyıyor.
kimi kendini zehirledi diyor, kimi bir balkon demirine astığını aktarıyor.
kimine göre ikisini birden yapmış.
belki önce zehri içti, baktı ensesindeki şeytan konuşmaya devam ediyor, geçirdi köhne bir urganı boynuna ve paslı bir balkon demirinden kendini boşluğa bıraktı.
kendince son veriyor acılarına.
tıp, o yaşarken elini bile uzatmadı ama ölümünden asır sonra mezarını aradı inceleyebilmek için.
bilmem ki bulabilirler mi?
bulup açsalar o mezarı
edwardın ensesindeki o şeytani ikiz, mezarda da rahat bırakmıyor mudur o bahtsız ruhunu?