soğuk ankara sabahlarından biriydi, kızılay dan cebeci istikamtine doğru yürürken yılların yükünden yorulmuş astarı delik deşik paltomla soğuğa karşı koymaya çalışıyordum, adımlarım hızlandıkça sanki soğuğun şiddeti de adımlarımla hızlanıyordu,
arkamdan birisi ''celal'' diye seslendi, arkama dönüp baktığımda iş işten çoktan geçmişti, kaburgamın altından giren kurşun nefesimi kesmiş yere devrilmiştim, neden bakmıştım arkama, oysa adım celal bile değidi ki, bir anlık refleksin faturasını yediğim kurşunla ödemiştim, sebebini bile bilmediğim bir kurşunla.
yere düştüğümün farkında bile değildim, nefes almam çok zorlaşmış kısık kısık aldığım nefesin vücuduma yetmediğinin farkına varabilecek kadar şuurum açık kalmamıştı,sonra o film şeridi gözümün önünden geçmeye başladı,
çocukluğumdan bir kare vardı gözlerimin önünde, sıcak bir temmuz günü mahalle arasında arkadaşlarımla top oynarken annemin camdan bana ''yemek hazır eve gel'' diye seslenişini görüyordum, sırtımdan akan ter bir taraftan annemin sesi bir taraftan çılgınca topu tepikliyordum, yolun karşısından babam gözüktü elinde poşetler belli ki ay başı, küçük rakısı da elinde sallanıyor,
babam sadece ay başlarında etle beraber bir küçük rakı içerdi, birden bana seslendi ''evlat hadi eve gitme zamanı geldi'' topu bırakmak zor gelse de neşeyle babamın boynuna atlayıp eve doğru yol aldığımı görüyorum, evde annem bulgur pilavı yapıyor tane tane kokuyor mübarek, masa hazır babam sesleniyor anneme '' hanım şu etten de bir iki parça çevir, mübarek rakıyla daha bir lezzetleniyor'' annemin yüzünde o tatlı gülümsemeyi görüyorum, o anı tekrar canlı canlı yaşıyorum sanki,
sahne birden değişiyor ışık hızıyla başka bir kareye geçiyorum, hava soğumuş gök kararmış hastane odasında babamın yanındayım, babam bana soluk gözlerle gülümsüyor ''evlat herkes bir gün gidecek, benimde vakit geldi sanırsam, sana yapamadıklarım için beni affet, her zaman iyi bir evlat oldun'' diyor.
sahne yine değişiyor, annem sabah kahvaltısı hazırlıyor, okulda derslerimin kırık olan kısımlarını tamir etmem için bana öğütler veriyor, kuzine den çıkan ekmeğin tereyağla birleştiği an daki kokusu şuan burnum da nede güzel kokuyor, masadan arkama dönüyorum sahne 5 yıl ileri sarmış annem yeni bir palto almış bana kapıda onu üzerime giydiriyor, ne güzel parlıyor pırıl pırıl, içide sıcacık, ankara soğuğu bile işlemiyor içime, otobüsten kızılay da inip yürümeye başlıyorum cebeciye doğru,
yakıyorum bir sigara çekiyorum derin bir nefes yürüyorum okula doğru, köşelerde polisler var, yine olay var besbelli kapının önü zincirlenmiş, ne girmek isteyen girebiliyor içeri, ne çıkmak isteyen çıkabiliyor dışarı, polis ittirip kaktırıyor, ne oluyor demeye kalmadan sırtıma sert bir darbe iniyor,
sahne yine değişiyor, kızılay da yürüyorum gazete bayisinden gırgırımı almış kahveye arkadaşların yanına gidiyorum sobanın yanında duran masaya çöküp arkadaşlara selam veriyorum, kağıtlar dağılıyor rıfkı diyorum, ilk kupa çıkıyor sahne yine değişiyor,
karşıyaka mezarlığında babamın yanına annemi toprağa veriyorum, yine soğuk yine puslu yine karanlık bir gün, göz yaşlarım içime akıyor, sap gibi kaldığım dünyanın ne kadar anlamsız olduğunu tüm iliklerimde hissediyorum, esen rüzgar sesiyle okunan duaların sesi karışıyor, neden sahne değişmiyor !
otobüse biniyor kızılaya doğru yola koyuluyorum mutsuzluk umutsuzluk içerisinde hayatın aslında doğmak ve ölmek arasında geçen süre olduğunun bilincinde olmama rağmen kendimi telkin edemiyorum, teslim olmuş bir vaziyetteyken, daha fazla nefes alabilecek gücüm kalmadığını hissediyorum, başımda bir dünya kalabalık, herkes meraklı bakışlarla üzerimde büyük bir karartı yapmış durumdalar, nefes almak için çırpınıyorum ama bir türlü o nefesi alamıyorum, ışık gittikçe azalıyor azalıyor, birden yüksek bir sarsıntıyla uyanıyorum otobüs kızılay durağına yanaşırken önünde duran otobüse çarpmış,
otobüsten sersem gibi inip yürümeye başlıyorum ziya gökalp cadesinden cebeciye doğru,
yakıyorum bir sigara, havanın soğukluğundan doğru düzgün bir nefes bile çekemiyorum, paltom soğuk karşısında çaresiz bırakmış durumda beni, adımlarım hızlanırken arkadan bir ses geliyor, ''celal !''....