9 10 yaşımda ancak varım. oturduğumuz mahalle nispeten şehrin dışında ve köyden farksız. etrafımız tarla dolu, mis gibi ağaçlar, tertemiz dere suları. herkese kısmet olmayacak bi çocukluk yani. belki de ağaçlardan, topraktan bişeyler toplayıp yediğinde hasta olmayan son nesildik biz. çok top oynardık. futbol olduğunu öğrendik sonradan ama top derdik o zamanlar. ben de hep kaleci olurdum. severdim kaleciliği, hislerim kuvvetliydi, burnumun dibinden vururlardı topa tutardım. zordu bana gol atmak yani. büyükler maç yaparken beni çağırır kaleci yaparlardı. gene o günlerden birinde topu tam çizgide yakaladım gol dediler. değildi, kesinlikle zamanında yatıp yakalamıştım topu. kale arkasında insanlarda vardı ve onlarda görmüşlerdi. ama şutu atan çocuk gol olduğu konusuna ısrar ediyor ve bağırıp çağırıyordu. üstüme yürüyüp bir de küfredince bende kayış koptu ve atladım üstüne. sürekli çalışmaktan dümdüz olan kollarım o kadar kuvvetliydiki benden 2 3 yaş büyük çocuk kendini kurtaramıyor, ayaklarını toprak sahaya traktör gibi toz püskürttürüyordu. en sonunda sonraları bana madalya kazandıracak sağ yumruğumu kaldırıp bıraktığım anda göğsüne indirdim. sonraları çok yumruk atıp yemek zorunda kaldım. ama birtek bunu unutmadım. o benim ilk yumruğumdu. kum torbaları, mermer yüzeyler dışında ilk defa canlı ete kemiğe vurmuştum. birtek o yumruk için pişmanım. belki sonra yüzbinlerce yumruk attım. dediğim gibi keşke o ilk yumruğu hiç atmasaydım...