Kokuşmuşluğun, mide bulantısının, sefilliğin, bencilliğin, vurdumduymazlığın, hayata karşı kayıtsızlığın, ölümün ve ölmeyi becerememenin, yani hayata dair ne varsa onun romanı.
--spoiler--
Savaş dediğimiz şey, anlamadığımız ne varsa odur diye başlıyor insanın kokuşmuşluğunu anlatmaya Bardamu. ilk başlarda bir anti militarist olarak çıkıyor karşımıza Bardamu Sonraki sayfalarda ise kendisini 1.Dünya Savaşının içinde buluyor. Üstelik gönüllü olarak yazılıyor. Oysa sonraları bir savaş alanında olmaktansa, bir hapishanede olmayı tercih edeceğini" belirtiyor. Savaşın manasızlığı üstünde dururken, birbirini hiç tanımayan insanların birbirlerine ateş etmekte, birbirlerini öldürmekte bir saniye dahi tereddüt etmemesini bir türlü anlayamıyor. Hatta insanların ölümü bu kadar doğal karşılamalarının, bir görevmiş gibi görmelerini şaşkınlıkla izliyor. insanda düşgücü yoksa ölmek fazla dert değildir, ama varsa da ölüm fazlasıyla derttir diyor.
Savaş alanının ölümü olağan kıldığı bir gerçek. Top seslerinin olmadığı, silah vızıltıla-rının duyulmadığı hayatta, ölüm başlı başlı başına acıların en büyüğü olabilirken, hatta ve hatta insanoğlu için en korkulu rüya iken, savaş meydanında olağan sayılıyor. En korkak insan bile ölüme meydan okumakta bir saniye bile düşünmüyor. Artık, gövdeden ayrılmış kelleler, sağa sola saçılmış insan uzuvları bir vahşeti değil, olması gerekeni temsil ediyor.
Öyle ki, Bardamu, az önce düşmanlar tarafından yok edilmiş bir köye girdiğinde, oğulları ölmüş bir aileyle sıkı bir şarap satın alma pazarlığına giriyor. Üstelik çocuğun cesedinin yanında!
Savaş tartışmasız biçimde, yumurtalıklara vuruyordu, kahraman istiyorlardı, hiç de kahraman olmayanlarsa ya kahraman olarak karşılarına çıkmalıydılar ya da kaderlerin en aşağılık olanına razı olmalıydılar. Bir savaş varsa kahraman olmak zorundasınızdır, her an ölüme hazır, korkusuz. ileride evleneceğiniz kadını unutmalısınız, daha henüz gözlerinin içine bile bakmamışken. Yaşayacağınız ömür diye bir şey yoktur. Zaten ölüsünüzdür, daha yirmi yaşında Ölmelisiniz Hiç olmadı kahramanmış gibi davranmalısın; aksi takdirde düşmandan bile daha adisindir.
Kahraman olmalı, kelleni, ne için savaştığını dahi bilmediğin insanların emrine sorgusuz sualsiz sunmalısın. Sırf onlar, elinde şarap kadehleri bir baloda seni üstü kapalı olarak yalandan anabilsin, konuşacak, gururlanacak bir şeyleri olsun diye. Ölürsün, tıpkı yüzler, binler gibi Artık sadece bir rakamsındır.
Gün gelir savaş biter. Ölenle ölünmez. Unutulmak kaderidir kahramanın. Hayat devam eder. Artık sadece bir isimdir ölen, içkisini yudumlayan kadınların dudaklarında. Birkaç saniyelik bir yas, sonra şerefe
Bardamu savaşın manasızlığı üzerinde dururken, toplumun savaşmayan ve bundan bir gurur ya da ekonomik kazanç sağlayan insanları eleştirir, daha da öteye geçerek isyan eder. Artık savaş alanından kaçması gerekmektedir. Hem ne diye, gitmiştir ki oralara. Kimin kazanacağı, ne olacağı önemli değildir. Önemli olan tek şey onun hayatta kalmasıdır. Ölmeyi göze alamadığı gibi, bir insanı öldürmeyi de göze alamaz, tabi savaş çığırtkanlığı yapanların dışında. Onların, toptan, bir hamlede ortadan kalkmasını, birbirlerini öldürmesini ister. Ancak böyle bitecektir, bu manasız ölüm kusma.
Savaş bittiğinde, daha doğrusu savaştan kurtulmanın bir yolunu bulduğunda, daha büyük bir savaşın içinde bulur kendini. Afrikada Sineklerin, vebanın, medeniyetsizliğin, bir başka ölüm alanının içinde. Savaştan kaçmak için ne kadar sebebi varsa, burada tekrar karşısına çıkar. Ölüm Ancak bu sefer, manasız bir savaş değil, doğal ölümler, açlık, sefalet, daha da önemlisi bencillik vardır. Hayat, insanı öldürmek için elinden geleni yapar, eğer biraz becerikliysen ölmeyi başarırsın, değil isen bu işkenceyi çekmek zorunda kalırsın.
Savaş alanında tanıştıkları ve birlikte firar etmeyi düşündükleri Robinsonda bir şekilde savaştan paçayı sıyırmış ve Afrika yolunu tutmuştur. Robinsonda az değildir hani Her insan gibi masumiyetini kaybetmiş
Aşk da vardır Bardamunun hayatında. Ancak bu birine bağlanmak anlamındaki aşk değildir. Zaten ona göre aşk sonsuzluğun kanişlerin ulaşabileceği bir düzeye çekilmesidir. Unutamadığı tek kadın vardır: Molly
Afrikadan kurtulup, bir papaz tarafından korsanlara satıldıktan sonraya denk gelir Molly ile tanışması Hani korsan gemisinin, hayalindeki yere demir atmasıyla, yani Amerikaya. Ancak orada da bir başka savaş alanıyla karşılaşır. Hayat bir savaş Yüksek binaların, ışıltılı hayatların arasında yoksulluğu, çaresizliği bulur. Orada tutunmak için bitleri kategorize etme tekniğini bile geliştirir.
Bir başka hayat vardır orada, sefaletin bir başka yüzü Açlığın, sömürünün, bencilli-ğin başka bir kıtadaki yüz bulmuş hali Tek tesellisi Molly ile tanışmaktır. Onca bencilliğin, onca namussuzluğun, hırsızlığın, kokuşmuşluğun arasında temiz olan tek şeydir Molly Ancak Bardamu, saflığa, insanlığa ve dürüstlüğe alışkın değildir. Bardamu o tarafın yolcusu değildir. O gecenin yolcusudur. Zifir, kapkara gecenin
Amerikada da tutunamaz. Savaş bitmiştir. Artık Fransaya dönme zamanı gelmiştir. Fark etmese de Molly hayatını değiştirmiştir. Hayata yeniden başlama ümidi yüklemiştir. Yarım bıraktığı okulunu bitirir, Bardamu artık bir doktordur.
Fransada bambaşka bir hayatla karşılaşacaktır. Kokuşmuşluğun diğer bir haliyle, nerde insan varsa orada muhakkak bir kokuşmuşluk vardır. Doktorluğunu yapmak üzere yerleştiği yerde, insanlığın diğer bir yüzü ile karşılaşır. Küçük yaşta ölen insanlar, gayri meşru çocuğunu doğurmasını engellemek isterken çocuğunu ölüme hapseden analar-babalar, parası için anasını öldürmek isteyen evlatlar Nerde insan varsa orada muhakkak bir kokuşmuşluk vardır.
Bardamu, alışmıştır artık bu hayat tarzına O gecenin yolcusudur. Yani, tüm bu anlatılan insanların tarafında Gecenin sonuna doğru ilerler, kaçak bir hayatla.
Yiğit Benerin çevirimi gayet başarılı Fransızcasından çevirisi epey zor olan bir roman Sokak dili ile yazılmış. Dönemin Fransızca kelimeleri, argosu, sokak ağzı romanın Türkçeye çevrilme sürecinde Yiğit Beneri epey zorlamış. iki senelik bir serüven yaşamış. Bu süreçte bir nevi Bardamu ile özleştirmiş kendisini. Cümlelerin yapısının devrik olması, hemen hemen her cümlenin sonunda ünlem veya üç noktanın bulunması, daha doğru deyimle sokak ağzının kullanılması Fransa yazınında bir devrim olarak nitelendirilmiş. Çeviri en zor romanlardan biriymiş. Yiğit Bener, bu zorlu süreçten alnının akıyla çıkmış gözüküyor.
Louis-Ferdinand Celinéin okuduğum ve okumalara doyamadığım tek kitabı. Gerçek bir gece kitabı. Sokağın, hayatın kendisinin romanı