amerikan edebiyatı'nın çok konuşulmamış, ama en az beatnickler kadar toplumu ve edebiyatı etkilemiş olan büyük yazarı. yarattığı bandini karakteriyle adeta iç dünyamızın merdivenlerinden ilk gençliğimize, oradan da çocukluğumuza seyahat eden, bunu yaparken de terli ellerimizi hiç bırakmayan bir dahi. her zaman mütevazı bir sanatçı. charles bukowski'ye henri chinaski karakterini yaratma ilhamını vermiş, ayrıca tüm yazın hayatını derinden etkilemiştir.
ilk okuduğum kitabı "1933 berbat bir yıldı" ile beni allak bullak etmiş, son okuduğum "los angeles yolu" ile de ölümcül darbeyi indirmiştir. arada kalan eserleri belli bir sıra dahilinde olmaksızın yavaş yavaş insanı sırtından dürterek bir uçuruma sürükler. ve siz o uçuruma yürürken o kadar zevk alırsınız o kadar çok şey öğrenirsiniz ki, uçurumun kıyısına geldiğinizde kendinizi aşağıya bırakmak bir zorunluluk değil, içten içe bir istek olur. çünkü bandini bize yaşamın, aslında ölümün hareketli bir formu olduğunu anlatır her macerasında. kimi zaman balık fabrikasının isyankar işçisi, kimi zaman en yakın arkadaşının kız kardeşine yangın, sol koluyla kurşun bile atabilen yetenekli bir kenar mahalle beyzbolcusu. her durumda bizden bir parçadır bandini. yaramızın üstüne kapaklanan bir yarabandıdır, kanımıza bulanmayı onur sayar.
hollywood için senaryolar da yazmış olan fante, yazınını güçlü kılmak için sadece ve sadece basit ve anlaşılır cümleler yazmıştır. dünya edebiyat tarihinde bu kadar süssüz ve bu kadar etkili olan bir başka yazar neredeyse yoktur. sadık bir okuyucusu olan ben onu ve kitaplarını her zaman yüreğimde taşıyacağım, düne ve bugüne dair bana öğrettiği her şeyin belki bir karşılığı olarak...
--spoiler--
"her sabah bu duyguyla kalkıyordum yataktan. şimdi kendime bir iş bulmam lazım, lanet olsun. kahvaltı ediyor, kolumun altına bir kitap yerleştirip ceplerime kalem doldurduktan sonra kapıdan çıkıyordum. merdivenden indiğim gibi kendimi dışarı atıyordum. bazen sıcak oluyordu hava, bazen soğuk, bazen sisli, bazen açık. koltuğumun altında kitapla iş aramaya çıktığım için önemi yoktu havanın.
"ne işi, arturo? ha, ha! sana iş, öyle mi? kim olduğunu bir düşünsene, oğlum! yengeç katili. hırsız. elbise dolaplarında çıplak kadın fotoğraflarına bak, sonra da iş bulmayı umut et! ne kadar gülünç! ama gidiyor işte, salak, koltuğunun altında kocaman bir kitapla üstelik. hangi cehenneme gittiğini sanıyorsun, arturo? neden o sokağa sapıyorsun da bu sokağa sapmıyorsun? neden batıya gidiyorsun -neden doğuya değil? cevap var bana, hırsız! kim iş verir senin gibi bir domuza -kim? ama kasabının öteki ucunda bir park var, arturo. banning parkı adı. harikulade okaliptüs ağaçları var orda, yemyeşil bir park, arturo. ne kitap okunur orda! oraya git, arturo. nietzsche oku. schopenhauer. o muhteşem adamlarla geçir zamanını. iş mi? peh! oraya git ve okaliptüs ağaçlarının altında kitabını oku iş ararken."