masumiyet

entry537 galeri video8
    223.
  1. --spoiler--
    masumuz hepimiz

    bir film izledim ve içinde yalan yoktu. kimbilir kaç zamandır kurmayı beklediğim bu cümleye sımsıkı sarılarak çıktım sinemadan... bütün bir hayat boyu içimde gezdirdiğim dilsiz çocuk, tahta arabasını çeke çeke yürüyüp geldi peşimsıra... dönüp bakınca, gözlerinde "masumiyet"i gördüm.

    zeki demirkubuz'un "masumiyet"ini izlerken en fazla 10 kişiydik koca salonda... upuzun diyaloglar, bitmek bilmez gece yolculukları, loş otel lobileri, yanyana dizilip ekranda bitmek bilmeyen siyah beyaz türk filmlerini izleyen sıradan insanlar geçti perdeden birer birer... ve tabii bir de diz boyu yoksulluk, çaresizlik, umutsuzluk...

    öylesine inandırmıştık ki kendimizi, durgun hayatlarımızın ekrandaki küpler temposunda aktığına, salon oflayıp puflamaya başladı ilk 10 dakikada... çünkü perdedeki şey, bir reklam filmi değil, hayatın gerçek ritmiydi... bazen alabildiğine ağır, bazen öldüresiye kasvetli...

    kapıldıkları girdapta birbirine tutunarak yaşayan bir dizi insan vardı filmde: mahpus sevgilisinin (zagor) izinden fahişelik yaparak anadolu'yu gezen uğur, o fahişeye marazi bir aşkla bağlanıp, sonunda pezevengi haline dönüşen bekir, bekir'in peşine takılıp kendine yeni bir hayat ararken uğur'un çekim alanına giren yusuf ve yusuf'un elinden tutup annesi uğur'un belirsiz finaline doğru yürüyen sağır ve dilsiz çilem...

    aşk ve nefret öylesine içice kurulmuş ki, birbirinden vazgeçemeyen, ama birlikteliklerinin her anını birbirlerine acı çektirerek yaşayan bu 5'linin sürüklendiği girdapta sevgi, onca kirin pasın arasına bırakılıvermiş "masum" bir pırlanta gibi parıldıyor film boyunca... kılıktan kılığa girerek...

    ... bazen kucakta taşınan ateşli bir çocuk, bazen namlunun ucuna sürülmüş bir mermi, bazen kirli bir otel odasında bacaktan sıyrılan bir don, bazen bir kır sohbetinde özetlenen bir hayat olup çıkıveriyor karşımıza...

    ekranda başkalarının hayatlarını seyrederek kendi hayatlarını tüketen insanların, sevdiği kadın için hazırladığı mermiyi kendi beynine sıkarak öç alan erkeklerin, bir erkeğin izini sürebilmek için bin erkeğin altına yatan kadınların travmatik dünyasıyla karşılaşıyorsunuz. filmin ilk karesinden sonuna dek sürekli (çalınmadan, kendiliğinden kilitsiz) açılan kapılar, bir uçtan diktikçe öbür uçtan atan dikişler gibi naçar, çırılçıplak sergiliyor hayatın mahremiyetini...

    mahremiyetin düğümleri çözüldükçe yalın bir masumiyet fışkırıyor içinden...

    demirkubuz'un filmi içimizdeki karanlığa kapılar açıyor...masumiyet karşısında, tutmayan kapı dilleri gibi çözülüveren dillerimiz, içimizdeki karanlığa ışık tutuyor.

    bütün o kasvetten, aydınlandığınızı hissediyorsunuz.

    kimsenin hayatı, kendi seçimi değil.

    herkesin küçük demir halkalar gibi birbirine zincirlenerek katıldığı ve sonunda o zincire bağlı bir mahkuma dönüştüğü bu oyunda, cinnet, şiddet, ihanet, felaket, ama ille ve herşeye rağmen masumiyetle sarmalanmış, tesadüfen yaşanan bu hayatlar karşısında "masum değiliz, hiçbirimiz" şarkısı geçerliliğini yitiriyor:

    anlıyoruz ki masumuz hepimiz.

    başkasına ait bir suçu üstlenmişiz; yattığımız ceza bizim değil...

    hak etmemişiz bileğimizdeki zinciri, bugün o zincirde bir halka olsak da...

    bunu anlayınca, koca bir hayat boyu içimizde gezdirdiğimiz dilsiz çocuk olanca masumiyetiyle gülümsüyor bize... ve son karede dile gelip, samuel beckett'in dizeleriyle cesaret aşılıyor:

    "hep denedin / hep yenildin / tekrar dene / tekrar yenil / daha iyi yenil..."
    --spoiler--

    can dündar. yeni yüzyıl. 23 kasım 1997.
    0 ...