--spoiler--
beni bu yaşımda tv dizisi seyrederken ağlattılar ya, bu fisher ailesini allah nasıl biliyosa öyle yapsın. nate'i hristiyan geleneklerine aykırı bi şekilde sadece kefene sarıp, dua ve mevlana kasideleriyle gömerlerken, daha önce ölmüş yakınlarım geldi aklıma. mezarın içine girip ölü bedeni nazikçe toprağa yerleştirmenin nasıl bi his olduğunu bildiğim için, nate'i taşıyan üç kişiye yardım etmek ve abisinin incinmemesi için öne atılan clarie'i görünce dağıldım resmen.
dizideki hiç bi karakter mükemmel değil, hiçbirinde asil davranışlar görmüyoruz, yalanlar, aldatmalar, uyuşturucular vs....çok genel bi bakış açısıyla bakarsak, başkasına zarar vermeyen, başkalarının duygularını yerle bir etmeyen bi tane karakter yok dizide. işin kötüsü de bu zaten...herşey o kadar aşırı gerçek ki...
ilk yayınlanmaya başladığından beri izliyorum diziyi...araya başka ilgi duyduğum diziler girdi, öğrencilik ve askerlik sırasındaki bol boş zaman varlığı nedeniyle oturup izliyodum cnbceden. niptucklar, gilmore girlsler, lostlar, sitcomlar...bu dizileri merakla beklerdim, bi sonraki bölümde noolcak acaba diye ama six feet under'da hiç öyle bi duygu yoktu, hiç merak etmedim, hiç içim içimi yemedi, bi kurgu gibi değildi benim için. bakiyim senaristler naapmışlar demedim lost'taki gibi ya da nip tuck'taki gibi karakterlerin enteresanlıklarıyla eğlenmedim. hep bi kenarda bizimle beraber yaşayan bi aile gibiydi fisher ailesi. sokağın sonundaki cenazecilerdi. zaman zaman nate'le zaman zaman claire'le özdeşleşerek 5 sezon tamamlamışız hiç farketmeden.
ilk bölümde babasının ölümü üzerine şehre dönen nate, karısının yanında gitti mevlana ve kurt cobain eşliğinde. ruhu şad olsun. mekanı cennet olsun, tabi cennet diye biyer varsa.
--spoiler--