Filmle birlikte siz de geriye dönebilir, nostalji yapabilirsiniz. Bu film işte bu yüzden dolu dolu ağlatır insanı. Sinematografisi aşırı yüksek bir filmdi.
Filmde telefonu bir kadın açar. Annesi ise Toto'nun telefonları hep farklı kadınların açtığını dile getirir. Bu bizde merak uyandırır.. Acaba neden böyledir diye. Ondan sonra Toto, Alfredo'nun öldüğünü öğrenir, suratı bir anda değişir. Yanında ki kadın 'o kimdi, akraban filan mı?' diye sorar. Toto 'hayır, sen uyu.' der ona. Sonra uzandığı yatağında sağına doğru döner Toto... Şimşekler çakmaya başlar, geçmişi bir bir yâd eder anılarında. Gözünün önüne getirdikleriyle birlikte.
Filmde bundan sonra bir çocuğun Cennet Sineması'nın içine dahil oluşunu ve Alfredo ile yakaladığı bağı görürüz. Ancak Alfredo'nun gözlerini kaybetmesi belki de onun için bir ilham kaynağı. Çünkü öyle şeyler anlatıp öyle şeyler söylüyor ki izleyen herkesi mest ediyor. Cennet Sineması ise herkesin eğlence ve meşgale alanı. Orada yaşanılanlar, ayrı bir sinema oluyor izleyenlere. Hele ki filmin sonunda Toto onların yüzüne bakıp geçmişe iç çekmez mi, o zaman biz de iç çekiyoruz. Alfredo geçmişi düşünmemenin ve nostaljiye bağlı kalmamanın önemini şu sözlerle anlatıyor ve gözyaşlarıma boğuyor beni...
- Geri döndüğün zaman, her şey değişmiş oluyor. Çark kırılmış, bulmaya geldiğin gitmiş. Senin olan kayıp..
işte belki de bu yüzden sadece gitmek gerekir diye düşünüyorum. Ardına hiç bakmadan..
Aşkı öyle bir hikayeyle tanımlıyor ki Alfredo izleyenler ''Acaba ben de böyle bir delilik yapar mıyım'' sorusuna cevap arıyorlar. Ancak ''Hayat filmlerdeki gibi değil. Hayat çok daha zor.'' repliğiyle izleyici reele dönüyor bir anlamda. Zaten olamazdı diyor insan kendi kendine.. işte o hikaye.
Bir zamanlar krallığın tekinde bir kral güzel prensesi için bir ziyafet verir. Kapıda bekleyen bir asker kralın kızını görür. Prenses çok güzeldir ve asker o anda aşık olur ona. Fakat basit bir kapı görevlisinin kralın kızıyla ne işi olabilirdi? En sonunda ona ulaşır ve artık onsuz hayatının bir anlamı olmadığını söyler. Prenses askerin aşkından o kadar etkilenir ki; "Eğer balkonumun altında 100 gün 100 gece bekleyebilirsen, senin olabilirim..'' der. Bunun üzerine asker gider, bir gün bekler. ikinci gün, üçüncü, yirminci gün.. Her gece prenses dışarı bakar ama o kımıldamaz bile. Yağmurda, rüzgarda, karda. O hep oradadır. Kuşlar kafasına pisler, arılar sokar ama o kımıldamaz. 90. günün sonunda zayıf ve solgun bir haldedir. Gözlerinden akan yaşları tutamaz. Uykusuzluğa dayanacak hali kalmamıştır. Ve tüm o günler boyunca prenses onu seyreder. Nihayet, 99. günün akşamında asker ayağa kalktı, sandalyesini aldı ve gitti..
- Ne? Tam sonuna gelmişken mi?
+ Evet, tam sonunda. Ve ne anlama geldiğini sorma. Bilmiyorum, anladıysan sen bana söyle.