geçen hafta mezarlık manzaralı küçük evimin hiçbir zaman tam kapanmayan penceresinden dışarıdaki puslu havayı izlerken, bir pazar günü evde tek başıma ve hiçbir şekilde sevişme ihtimalimin olmadığının bilincindeyken içtiğim sigaradan zevk alırken kendimde ayırdına vardığım sevinçtir.
mezarlık manzaralı bir evde, puslu bir pazar günü, tam kapanmayan bir pencereden dışarı bakarken, akşam sevişilmeyeceğinin bilincinde sigara içen bir insan ne kadar mutlu olabilir? dünyanın tüm kasvetini günah keçisi misali yüklenen bu insanı yaşama bağlayan şey nedir? evinin ölüm kokan manzarası mı? sigaranın dumanı mı? kapalı pencereden sızan soğuk hava mı? gece tek başına uyuyacak olmak mı? belki de hepsi.
hiçlikten anlamlar çıkardığım zamanlar yaptığım gibi yine şanslı sayıyorum kendimi. evim bir mezarlığa bakmıyor olsaydı ölümün bu kadar farkında olabilir miydim? ölümden bu kadar korkar mıydım ona bu kadar yakın olmasaydım? hayatı ön yargısız yargılayıp o kadar da ibne olmadığı sonucuna ulaşabilir miydim yalnız olmasaydım? bu küçük evde kapanmayan pencereden giren soğukla her defasında uykumda acı çekmeseydim hayatın en ufak nimetlerinin farkına varabilir miydim? sahip olduğum hiçliklerin kocaman bir anlam oluşturduğunu gördüğüm günden beri sigara içerken düşündüğüm şeyler daha değerli. eskiden bir boka yaramıyorlardı, söyleyeyim.
hayat pencereden ölümün sessizliğini izlerken daha acımasız. hiç olmadığı kadar acımasız yalnızken. ve yalnızken ve ölümden korkuyorken ve üşüdüğünde tutunabiliyorsan hayata bir şeyler zorlaşıyor olsa da bir şeyler de kolaylaşıyor aslında. ne kadar değerli olduğunu ve ne kadar ucuza harcanabildiğini bilmek, bunun farkında olmak güçlü yapıyor seni. çünkü sadece güçlüler hayatta kalabilirdi.