Otobüs hareket ettiğinde silecekler yavaş yavaş çalışmaya başlamıştı. Silecekler eski olduğundan cama her sürtüşünde ses çıkarıyordu. Otobüs terminalden çıkmak üzereydi ve silecek sesi artık o kadar duyulmamaya başladı. Kulağım alışmıştı belki, belki de yolculuğumun fon müziği olmuştu artık. Geldiğim yoldan geriye doğru gitmeye başladık. Yollar biraz daha kalabalıktı. Yolda yürüyenden adamlardan çok araba vardı. Arabaların fren lambaları daha parlak yanıyordu. Yol kenarındaki çocuk parkı bom boştu. Salıncaklara koşan, kaykaydan kaymak için sıra bekleyen, birbirinin üzerine toprak atan çocuklar parka gelmemişti bugün. Yağmur çocukları da etkilemişti. Karşı tepelerdeki sis bulutları aşağılara doğru inmeye başlamıştı. Bu yağmurun şiddetini artıracağının habercisi gibiydi. Bir an önce bu şehirden kaçmak lazımdı. Tüm şoförler bugün sözleşmiş sanki. Otobüs o kadar yavaş gidiyordu ki sanki o hareket etmiyordu, yol arabanın altından geri geri geliyordu. Sanırım rüzgar otobüsün arka tarafından esiyordu ve bizi yol boyunca sürüklüyordu. ilerledikçe yolda su birikintileri olma başladı. Yağmur damlalarının suyun üstünde halkalar oluşturması dünyanın en güzel manzaralarından biridir benim için. Bunu izleyerek bir ömür geçirebilirim. Ama yolun her yerinde su birikintisi yok maalesef ve biz benim hayal denizimde ilerlemiyoruz. Otobüs yolcu almak için durduğunda zamanda duruyor sanki. Bir tek yağmur hareket ediyor. Damlalar, bulutların dünyaya olan öcünü almak için saldıran askerler gibi saldırıyor sanki. Bu otobüste mahkum taşıyan Sibirya treni sanki. Suçumuz kendimizden kaçamayan zavallılar olmamız.
Keşke şu otobüslerde sigara içmeyi yasaklamasalardı. Ben küçükken millet cayır cayır sigara içerdi otobüste. Büyüyünce bende içecem amk derdim ama ben büyüyene kadar otobüste sigara içmeyi yasakladılar. Otobüs bizim evin oradaki parkın yanın geçiyordu. Ağaçlar yine sonbahar şarkısını mırıldanıyordu. Yağmur rüzgarla karışıp hızını arttırmıştı .
Yağmur damlaları otobüsün camını dövmeye başladı.
Yağmur damlaları acaba, bir insanın göz yaşı kadar değerli miydi? 8 yaşındayken babasını kaybeden, babası öldüğünde olayı idrak edemeyen, sırf annesinin ağladığını görüp ona üzülen, onun için ağlayan bir çocuğun gözyaşı. Sonbaharda pastel renklere bürünen ağaçların arasında koşan, ayakkabısı yerdeki su birikintilerinden ve çimenlerdeki çiğ taneleri tarafından ıslatın, kuruyan yapraklara basınca çıkardıkları sesten hoşlanan, ağaçlardaki sarı yaprakların neden düşmesi gerektiğini hala anlayamayan, yaprakların nasıl olup da baharda yeniden yeşerdiğine akıl erdiremeyen bir çocuk. Annesi o günden sonra gülmeyen, kendi karanlığında bir ömür yaşamaya mahkum olan bir çocuk. Geceleri gizli gizli ağlayan, üşüdüğünde üstünü örtecek biri olmayan, odasının duvarlarıyla konuşan bir çocuk. insanlara güvenemeyen, kendini affedemeyen, neyin cezasını çektiğini bilmeyen bir çocuk.
Büyüdüğünde buraya sevdiğiyle gelmeyi hayal eden, kalbinin ormanın sevdiğine açan, tüm yapraklarını biri uğruna feda eden, tüm hayatını biri uğruna solduran bir genç ihtiyar. Terk edilmenin acısını yüreğine gömen, yüreğinden yağmur gibi kan damlayan, kanayan yaralarına merhem bulamayan genç bir ihtiyar. Başka yerde, başka bir zamanda, başka insanlarla yaşayabilmek için kaçmaya çalışan biri.