telefonda artık seni sevmediğini duyduğun an karşında ne varsa masa, kitaplık ya da yatak. o eşya ile gözlerin bütünleşir her bir santimetre karesini ezberlersin. benim karşımda kitaplık vardı ve kitapların dizilişlerini eğilen kitapları, yazarlarını yayınevlerini her bokunu ezberlemiştim. o telefonda bana sayıp söverken sevmediğini söylerken ben susmuş hiçbir şey söylemeden o kitaplıkla bütünleştim. her akşam eve girdiğimde mesajlaşırken mest olarak yattığım yatakta gözyaşlarımı durduramıyordum. mekan zaman gözetmeksizin her yerde ağlıyordum. otobüste derste evde yolda yürürken hep ağlıyorum. resmen normal hayatta kahkahasıyla meşhur olan o kız gitti yerine yedi yirmidört zırlayan bir kız gelmişti. sinir krizlerinden hastanelik olup yediğim sakinleştiricinin haddi hesabı yok. sabahları gözümü açtığımda bile gözlerimdeki kurumuş yaşları bulmaktan bıkmıştım artık. gittiğim her yerde bir anı vardı. salaklık bende. ben hep yürürken yorulurdum olur olmadık yerlerde kaldırıma otururduk o kaldırımlara bile bakamıyordum her yere ne diye anı bırakırsın ki sen? dinlemediğim tarz müzikler dinlemeye başladım. günde 3-4 dal sigara içen ben artık 2 paketten aşağı içmiyordum. kendi yaşadığım yere gidemiyordum resmen uzaklaştım aylarca gidemedim. ailemi bile görmedim. en çok anı da kendi evimdeydi çünkü odamda, yatağımda, mutfakta, salonda, banyoda her yerde onun anıları vardı. yatağımda beraber uyandığımız günler, banyoda ellerini yıkarken arkadan gelip sarılmam, mutfakta beraber yemek yapışımız, salonda uzanıp televizyon seyredip dizileri tartışmamız... bunlar nasıl gidebilirdi gözümün önünden? o yatağa bir daha nasıl yatabilirdim nasıl o mutfakta yemek yapabilirdim nasıl ellerimi yıkayabilirdim? o yüzden ilk başta evden uzaklaşmakta buldum çareyi. beni terkettiğinde oturduğu sandalyeye bakıp bakıp ağlamaya dayanamıyordum artık. beni kucağında içeri soktuğu o evden arkasına bakmadan gitmişti çünkü. nasıl nefes alabilirdim o evde? uzaklaştım faydası oldu mu asla olmadı. onu görmeden 1 saniye geçiremezken onu bi ömür kaybetmiştim çünkü. en kötüsü de uzun zamandan sonra bir kahve içmek için çıktığım asla gelmeyeceğini düşündüğüm cafeye el ele girişiydi. en kötüsü de takmıyormuş gibi davranmaktı. ağlamamak için dişlerimi sıkarken bir yandan da gülümsemeye çalışmak çok zordu. baktığım her insanda onu görmek, çay içerken ince belli bardaktan içemiyordum mesela artık. çünkü o ince belli bardaktan başka bardakta asla çay içemezdi. çaya çok şeker katardı. çaya şeker katmayı kestim. burgerking de hep yediğimiz menüyü bidaha asla yemedim. sonra asla kahve dünyasına gitmedim. sevdiğimiz dizileri izlemedim. beraber gittiğimiz filmleri attım arşivimden. en sevdiğimiz şarkıları ve şarkıcıları da çıkardım hayatımdan. ama tek bir şeyi çıkaramadım. beni terkederken çalan o şarkıyı (bkz: kazım koyuncu-işte gidiyorum) ne zaman seni özlesem hep o şarkıyı dinledim. hani arkana bakmadan çıkıp giderken çalan o şarkı. hani her bir satırının bizi anlattığı o şarkı. hani ağlamaktan içimizin çıktığı o şarkı. birtek onu hayatımdan çıkaramadım sevgilim. şimdi sen gideli tam 10 ay oldu. değil 1 ay 10 aydır aynı özlemle seni hatırlıyorum. 10 yıl da 50 yıl da geçse sen benim yaşadığım en büyük aşktın. seni küfürlerle değil de hep böyle güzel satırlarla anmak isterdim ama buna izin vermedin. işte sensiz 1 ay değil 10 aydır ben bu haldeyim.