islamda kafir

entry12 galeri
    3.
  1. iki temel sebepten ötürü müddessir suresinin 31. ayetinin biraz daha vurgulanmayı hak ettiği bir vakıadır: önce birincisine, yani şu malum "allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir" çevirisi üzerindeki iddiaya bakalım:

    --spoiler--
    ...allah dilediğini saptırır denen müdessir suresi 31. ayette "yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ" ifadesi vardır. burada meal hatası olmuştur. çünkü "dilemek" fiili arapça'da "erade" fiili ile ifade edilir. burada ise "şae" fiili vardır ki bu "yapmak, oluşturmak" anlamına gelir. arapça'da bir fiilin faili(özne) ona yakın olandır, uzak olana nispet edilecekse bir karine lazım gelir. yani "yudillullahu men yeşa" ifadesinde "yeşa" fiilinin öznesi "men(o kişi)" olmak zorundadır. yani "şay eden" özne allah değil, kişidir. kısacası ayetin doğru manası şudur:

    "şey eden(gayret eden) kişiyi allah saptırır, şey eden(gayret eden) kişiye allah hidayet eder."
    --spoiler--

    bu ilk kez gündeme getirilmiş bir sorun değil. kuranmeali.org sitesinde çeşitli çeviriler arapça orjinali ile birlikte verilmiştir (bkz: http://www.kuranmeali.org...urani_kerim_mealleri.aspx). görülen odur ki, içlerinde yaşar nuri öztürk'ün de olduğu az, ancak azımsanamayacak sayıda çevirmen söz konusu cümlenin öznesinin allah değil, insan olduğunu savunur. biz burada bazı örnekleri hızlıca sıralayalım, meraklısı ilgili sitede daha detaylı inceleme yapabilir:

    - "işte Allah, münafıkların, müşriklerin kötü duruma düşmelerine özgürlük tanıdığı gibi, sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu varlıkların hak yoldan uzaklaşıp dalâleti tercihine de özgürlük tanır. Sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu varlıkları doğru yola sevketme lütfunda da bulunur." (Ahmet Tekin - tefsir ile meali karıştırarak vermiş, sırf bu konunun hatırına anlamı doğru verme çabası olarak yorumluyorum)

    - "Böylece ALLAH dilediğini/dileyeni saptırır ve dilediğini/dileyeni de doğruya iletir." (Edip yüksel)

    - "Böylece Allah, (yoldan çıkmak) isteyeni saptırır, (doğruya ulaşmak) isteyeni ise doğru yola ulaştırır." (Muhammed Esed)

    - "işte böyle. Allah, dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de doğruya ve güzele kılavuzlar." (yaşar nuri öztürk)

    bu dört yorum, diyanet dahil geriye kalan diğer 25 yorumcunun "allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir" çevirisine yapısal olarak ters düşer. burada rakamlar arası kıyaslama yaparak "25 kişi 4 kişiyi döver" demek sağlıklı değil. velev ki bir tek iddia dahi olmuş olsa yine de dikkate alınması gerekir. çünkü bir tanesinde irade tamamen allah'ta iken, diğer yorum iradenin paylaşıldığından bahsediyor. sadeleştirirsek; birisi "allah dilediğini kafasına göre yapar" anlamına gelirken, diğeri "allah insanın dileğine karşılık verir" gibi bir anlamdan bahsediyor. evet bu insanların hepsi de arapça biliyor, ancak aynı metinden bu kadar zıt bir anlam çıkartabiliyorlar. üstelik öyle böyle birşey değil, tamamen cümlenin öznesinin kim olduğu ile ilgili bir karmaşa.

    başka bir sağlama yapılabilir. mesela acaba ingilizce'ye nasıl çevrilmiş? yani aynı ayet ingilizce'ye çevrildiği vakit de böyle bir muamma oluşuyor mu? bir örnek olarak dört farklı çevirinin aynı anda verildiği bir kaynaktan yararlanalım; sitenin ismi "universalunity.net", ve bizim meselemiz olan sure ve ayet şu sayfada dört farklı çevirmen tarafından ingiliz diline aktarılmış: (bkz: http://www.universalunity.net/quran4/074.qmt.html) bu misallerde şüpheye yol açmayacak biçimde eylemi yapan, yani dileyen, veren vs. irade allah'ındır, başkasının, mesela kulların, insanın vs. değil. burada çevirilerin ortak noktası, bizim meselemiz olan cümlede eylemi yapan büyük harfle başlayan "he", yani türkçesi büyük harf "o", yani dini konteksi içerisinde allah. bunu gözlemleyebilmek için ileri bir ingilizce'ye de ihtiyaç yok, büyük harf "he" herşeyi tarif ediyor.

    başka benzer arapça/ingilizce kaynaklarda da aynı cümlenin çevirisinde eylemi yapan, yani dileyen her zaman allah olarak belirtilmiş. en azından benim bulabildiklerimin hepsi böyle. aksini bulan her zaman ispatlayabilir. ve bu çevirileri yapan umumiyetle anadili arapça olan insanlar. bu anlamda anadili türkçe olan insanlardan farklı bakıyorlar o dile. bu onlara fazladan bir meşruluk kazandırmıyor belki, ama şu bir gerçek ki arapların dışında da ingilizce bilen diğer müslümanlar kuran'ı harıl harıl ingilizceye çevirmekle meşgul. yani kesinlikle iddia edebilirim ki, kuran'ın ingilizce meallerinin "çeşitliliği" (kasten "sayısı" demiyorum, rakamların eziciliğine sığınmayacağız dedik), yani farklı bilgi, nesil, coğrafya, dil bilgisi ve kültür kaynakları türkçe meallerinden çok daha zengin.

    kime inanacağız şimdi? arapça mı öğrenelim "apaçık" olduğu iddia edilen kuran'ın ne demek istediğini anlamak için? peki ama bunu yaptığı, yani arapça öğrenmiş olduğu halde hala bir cümlenin öznesinin ne olduğu hususunda anlaşamayan "alimler"e ne diyeceğiz? hani islam kolay bir din idi? hani allah hepimizi, beynimizi, aklımızı, yeteneklerimizi, vs. yaratmıştı? basit olduğunu iddia ettiği bir kelamını, mesajını, cümlesini çevirip anlama işi niye bu kadar meşakkatli? ya da dinlerini ingilizce'ye çeviren tüm diğer ülke müslümanları -ki içlerinde anadili arapça olanlar var- yanlış, ama bizim bir avuç anadili türkçe olan alim doğru, öyle mi? bunlara inanmak isteyen elbet buna "da" inanır. peki hadi hepsini geçtik ve bir an için dedik ki "tamam hepsi yanlış, bir tek bu bir avuç insan haklı; yani aslında bu ayette bahsedilen iradenin allah'ta değil nsanda olduğudur"; iyi de kim yarattı bu iradeyi diye sormazlar mı? sorarlar elbet. en azından ben kafirim, ben sorarım...

    bakın "şüphe" bizi nerelere kadar getirdi...
    müddessir suresinin 31. ayetinin ikinci temel meselesi işte tam da budur: şüphe...
    ve ne tesadüftür ki, “şüphe” kelimesi bu ayetin içinde de geçer.

    hatırlayalım ve hatırlatalım; neydi iddia:

    --spoiler--
    kuran'ın muhatabı aklını kullanan insanlardır ve düşünmeyi sürekli öğütler...
    --spoiler--

    temel fark şudur: kafir der ki, "şüphe" düşünmenin, yani aklını kullanmanın olmazsa olmaz koşuludur. allah, islam, kuran, peygamber, müslümanlar ne der peki? "şüphe" etmeyeceksin. ne allah'ın varlığından, ne muhammed'in o'nun elçisi olduğundan, ne kuran'ın hatasız olduğundan, ne dinin hak dini olduğundan, bunların hiç birinden şüphe etmeyeceksin. eğer "şüphe" hissine kapılırsan bunun şeytan'dan, şeytanlar'dan olduğunu bileceksin, bilginin henüz yeterli olmadığını düşüneceksin; kendinden anandan babandan eşinden arkadaşından ve herkesten şüphe edeceksin ama asla dininin sana söylediklerinden şüphe etmeyeceksin. "şüphe" din için, özellikle de islam dini için en büyük ve en hasar verici düşmandır. ve aynı şekilde dinin düşman olarak tanıttıklarının her söylediğinden derhal şüphe edeceksin.

    kafir der ki, "şüphe" insan aklının mazotudur, sigortasıdır, kamçısıdır, enerjisidir. islam'da anlatılan kafir daima şüphe içerisindedir ve islam'ın allah'ı da bu şüpheden muaf değildir, olamaz.
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük