fight club

entry1476 galeri video14
    874.
  1. Bugün gazetede birilerinin Hein Tower’ın onuncu ile on beşinci katlarına girerek, pencerelerden sarkıp, binanın güney cephesine beş kat büyüklüğünde öfkeli bir maske çizdiklerini ve maskenin dev gözlerinin merkezinde bulunan pencereleri ateşe verdiklerini ve yanan dev gözlerin, gün batımında şehrin üzerinde alev alev, canlı ve kaçınılmaz göründüğünü yazıyor.
    Gazetenin ilk sayfasında maskenin bir resmi var, kızgın bir balkabağı, şeytan bakışlı bir Samuray, gökyüzünde asılı hırs sembolü ejder gibi duruyor ve tüten duman bir cadının kaşları veya şeytanın boynuzları gibi görünüyor. Ve resimdeki insanlar bakmamaya çalışarak, ağlıyorlar.
    Bunun anlamı ne?
    Ve böyle bir şeyi kim yapmış olabilir? Alevler söndükten sonra bile, yüz hala oradaydı ve daha da kötü görünüyordu. Boş gözler sokaktaki insanları izliyor gibiydi ama artık o gözlerde hayat yoktu.
    Konu ile ilgili sayfalarca yazı vardı gazetede.
    Elbette yazıları okuyunca insan bunun Kargaşa Projesinin bir parçası olup olmadığını bilmek istiyor.
    Gazetede polisin elinde gerçek şüpheliler ile ilgili bilgi olmadığı yazıyor. Gençlik çeteleri veya uzaylılar, bunu yapan her kimse, siyah sprey boyalarla çıkıntılardan emekleyip, pencerelerden sarkarken düşüp ölmüş olabilirlerdi.
    Yıkım Ekibi miydi bunu yapan, yoksa Kundaklama Ekibi mi? Dev surat belki de geçen hafta kendilerine verilen ev ödeviydi.
    Tyler bilebilirdi ama Kargaşa Projesinin ilk kuralı, Kargaşa Projesi ile ilgili soru sormamaktı.
    Bu hafta Tyler Kargaşa Projesinin Saldırı Ekibindeki herkese silahla ateş etmeyi göstermişti. Bir silahın bütün yaptığı, bir yöne doğru patlama için odaklanmaktı.
    Saldırı Ekibinin son toplantısında Tyler bir adet silah ve altın rehber getirmişti. Cumartesi günü dövüş kulübünün buluştuğu zemin katta toplanıyorlardı. Her ekibin ayrı bir toplanma günü vardı:
    Kundakçılar Pazartesi günleri toplanıyordu.
    Saldırı ekibi Salı’ları.
    Yıkımcılar Çarşamba günleri toplanıyordu.
    Ve Yanlış Bilgilendirme Ekibi Perşembeleri toplanıyordu.
    Organize Karmaşa. Anarşi Bürokrasisi. Gerisini siz düşünün işte.
    Destek grupları. Gibi.
    Salı akşamları Saldırı Ekibi bir sonraki hafta için eylem planları hazırlardı ve Tyler gelen önerileri okuyup, ekibe ödevini verirdi.
    Gelecek hafta Salı gününe kadar Saldırı Komitesindeki herkes bir kavga başlatacak ve sonunda yenilecekti. Ve bu dövüş kulübünde olmayacaktı. Bu göründüğünden daha zordu aslında. Sokaktaki adam kavga etmemek için her şeyi yapardı.
    Yapılması düşünülen şey, sokaktan geçen ve hiçbir kavgaya karışmamış bir Joe’yu tutup, düzeltmekti. Ona hayatında ilk kez kazanmanın tadını yaşatmaktı. Patlamasını sağlamak. Sizin canınızı çıkarmazı için izin vermek.
    Yapabilirsiniz. Kazanırsanız, her şeyi berbat etmiş olursunuz.
    Tyler komiteye “Arkadaşlar, yapmamız gereken, o heriflere hala sahip oldukları gücün nasıl bir şey olduğunu hatırlatmak” dedi.
    Bu Tyler’ın moral verici kısa konuşmasıydı. Sonra da önünde duran karton kutudaki bütün katlanmış kağıtları açtı. Tüm ekipler bir sonraki hafta yapmayı istedikleri eylemleri böyle sunarlar. Eylemi ekip bloknotuna yaz. Sayfayı kopar, katla ve kutuya at. Tyler teklifleri kontrol eder, beğenmediği eylem fikirlerini atar.
    Attığı her kağıdın yerine, kutuya boş bir kağıt koyar.
    Sonra ekipteki herkes kutudan bir kağıt çeker. Tyler’ın anlattığına göre boş kağıdı çeken sadece içinde bulunduğu haftanın ödevini yapar.
    Teklifleri çekenlerden biri, hafta sonu yapılacak ithal bira festivaline gidip, adamın birini kimyasal tuvalete iter. Bunu yaparken dayak yerse, artı puan kazanır. Bir başkası alışveriş merkezinin atriumunda yapılan moda gösterisine katılıp, ara kattan çilek jölesi atar.
    Yakalananlar ekipten atılır. Gülenler ekipten atılır.
    Kimse kimin ne teklif çektiğini bilmez. Tyler hariç hiç kimse tekliflerin içeriğini, hangilerinin kabul edilip, hangilerinin çöpe atıldığını bilmez. O hafta içi gazeteden kimliği belirlenemeyen bir kişinin, şehirde bir Jaguar’ın şoförünü arabadan atıp, arabayı bir süs havuzuna yönlendirdiğini okuyabilirsiniz.
    Ve düşünürsünüz. Bu da çekilmiş olan bir ekip teklifi miydi acaba?
    Bir sonraki Salı gecesi, karanlık dövüş kulübü bodrumunun tek ışığı altında toplanmış olan Saldırı Ekibinin arasında dolanırken, hala Jaguarı kimin havuza soktuğunu düşünüyor olursunuz.
    Yada kimin sanat müzesinin çatısına çıkıp, resepsiyonun bulunduğu heykelli avluya boya dolu balonlarla nişan aldığını?
    Hein Tower’daki yanan şeytan maskesini kimin boyadığını?
    Hein Tower görevinin gerçekleştirildiği gece, mahkeme katipleri, muhasebeciler veya kuryelerden oluşan bir ekibin, normalde her gün çalışmak için gittikleri ofislere gizlice girdiklerini gözünüzün önüne getirin. Kargaşa Projesinin kurallarına aykırı olmasına rağmen belki biraz içmişlerdi ve ana anahtarları kullanarak, Freon sprey kutularıyla kilit silindirlerini kırmış, binanın tuğla yüzeyine iplerle sarkıp, ipleri tutanlara güvenerek sallanıp, her gün hayatlarının bir noktada sona ereceğini düşündükleri ofislerinde hızlı ölüm riskini göze almışlardı.
    Ertesi sabah aynı katipler ve muhasebe temsilci yardımcıları, düzgünce taranmış saçları, dik kafaları, uykusuzluktan acayip ama ayık ve kravatlı halde kalabalığa karışmış olurlardı ve kalabalığın, bunu kim yapmış olabilir tarzı konuşmalarını dinlerken, iki dev dumanlı gözün merkezinden sular boşalmaya başladığı esnada, polis herkesin geri çekilmesi için bağırırdı.
    Tyler bana gizlice hiç bir toplantıda dörtten fazla iyi teklifin olmadığını, bu yüzden boş bir kağıt değil de, iyi bir teklif çekme şansının onda bir olduğunu söyledi. Tyler’la birlikte Saldırı Ekibinde yirmi beş kişi vardı. Herkes ödevini alıyordu: halk içinde bir dövüş kaybetmek; ve her üye bir teklif çekiyordu.
    Bu hafta Tyler onlara gidip bir silah satın almalarını söyledi.
    Tyler ekipteki heriflerden birine altın rehberi verdi ve oradan bir ilan yırtmasını istedi. Ve rehberi bir sonrakine geçirmesini. Böylece iki kişi silah almak veya ateş etmek için aynı dükkana gitmemiş olacaktı.
    Silahı ceketinin cebinden çıkarırken “Bu bir silah, ve iki hafta içinde hepinizin toplantıya getirmek üzere bu boyda bir silahı olacak” dedi.
    “Parasını nakit olarak ödeminizi tavsiye ederim. Haftaya hepiniz silahlarını değiş tokuş edeceksiniz ve satın aldığınız silahın çalındığını kayıtlara geçirteceksiniz.”
    Kimse bir şey sormadı. Kargaşa Projesindeki ilk kural soru sormamaktır.
    Tyler silahı elden ele dolaştırdı. O kadar küçük bir şey için oldukça ağırdı. Sanki bir dağ ve güneş birleşip, bunu oluşturmak için birlikte erimişlerdi. Ekipteki herifler silahı iki parmaklarıyla tutuyorlardı. Her biri silahın dolu olup olmadığını sormak istiyordu ama Kargaşa Projesinin ikinci kuralı soru sormamaktı.
    Belki doluydu, belki de değildi. Belki de her zaman en kötüsünü düşünmeliydik.
    Tyler “Bir silah basit ve mükemmeldir. Sadece tetiği geri çekersiniz” dedi.
    Kargaşa Projesinin üçüncü kuralı mazeretlerin kabul edilmemesidir.
    Tyler “Tetik, çekici serbest bırakır ve çekiç barutu sıkıştırır” dedi.
    Dördüncü kural yalan söylememektir.
    Tyler “Patlama merminin sonundaki metal kısmı parçalar ve silahın namlusu patlayan barutla fırlayan metal kısmı odaklar. Toptan çıkan bir adam gibi, silodan çıkan roket gibi, dölünüz gibi bir yöne gider. “ dedi.
    Tyler Kargaşa Projesini icat ettiğinde Kargaşa Projesinin diğer insanlarla hiçbir ilgisi olmadığını söylemişti. Başka insanların yaralanıp yaralanmaması umurunda değildi. Amaç, projedeki herkese tarihi kontrol edebilme gücüne sahip olduğunu öğretmekti. Biz, her birimiz dünyayı kontrolümüz altına alabilirdik.
    Tyler Kargaşa Projesini dövüş kulübünde icat etmişti.
    Bir akşam dövüş kulübünde dövüşmek için bir çaylağı seçtim. O Cumartesi akşamı melek yüzlü genç bir herif ilk kez dövüş kulübüne geliyordu ve ben de onu seçmiştim. Kural böyle. Eğer dövüş kulübünde ilk gecenizse dövüşmek zorundasınız. Bunu bildiğim için onu seçtim çünkü şu uykusuzluk geri gelmişti ve güzel olan bir şeyi yok etme modundaydım.
    Yüzümün büyük bölümü iyileşmeye fırsat bulamadığı için, görünüş bakımından kaybedecek bir şeyim yoktu. Bir gün iş yerinde patronum, çenemdeki hiç iyileşmeyen delik için ne yaptığımı sordu. Kahve içerken sızmasın diye iki parmağımla deliği tıkıyorum dedim.
    Uygulandığında, rakibin sadece kendinden geçmeyecek kadar hava almasına izin veren bir boyun kilidi var ve o gece dövüş kulübünde bizim çaylağa vurdum ve bay güzel melek yüze balyoz gibi bir yumruk çaktım, önce yumruğumun kemikli muştasıyla vurdum, dudaklarına batan dişlerinin parmaklarımın derisini sıyırmasından sonra yumruğumun kenetlenmiş sıkı dibiyle vurdum. Sonrada çocuk kollarımdan yere yığıldı.
    Tyler daha sonra bana, şimdiye kadar benim hiçbir şeyi böylesine tamamen yok ettiğimi görmediğini söyledi. O gece Tyler dövüş kulübünü bir derece yükseltmek veya tamamen kapatmak gerektiğinin farkına varmıştı.
    Ertesi sabah kahvaltı yaparken “Manyak gibi görünüyordun, Çatlak-Çocuk. Nereye gittin öyle?” dedi.
    Kendimi bir pislik gibi hissettiğimi ve hiçte rahatlamadığımı söyledim. Alçaktan bile uçmamıştım. Belki de bir tür bir bağımlılık sahibi olmuştum. Dövüşmeye karşı toleransınız olabilir ve belki de benim daha büyük bir şeye ihtiyacım vardı.
    işte o sabah Tyler Kargaşa Projesini icat etti.
    Bana gerçekte neyle dövüştüğümü sordu.
    Tyler’ın tarihin çöpü ve kölesi olmakla ilgili söylediği şeyler var ya, işte aynen öyle hissediyordum. Sahip olamadığım bütün güzellikleri yok etmek istiyordum. Amazon yağmur ormanlarını yakmak istiyordum. Ozonu yutacak kadar çok kloroflorokarbon pompalamak, dev çöp tankerlerinin kapaklarını açmak, karadaki petrol kuyularının boşaltmak istiyordum. Yiyemeyeceğim bütün balıkları öldürmek, hiç bir zaman göremeyeceğim Fransa sahillerini kirletmek istiyordum.
    Bütün dünyanın dibe vurmasını istiyordum.
    O çocuğu yumruklarken, neslini sürdürmek için cinsel ilişkiye girmeyecek olan bütün tehlike altındaki pandaların ve yaşamaktan vazgeçip, kendini karaya vuran bütün balina ve yunus balıklarının kafasının ortasına birer kurşun sıkmak istiyordum aslında.
    Bunu nesillerin tükenmesi olarak almayın. Daha çok küçülme olarak düşünün.
    Binlerce yıldır insanoğlu bu gezegenin içine etti, kirletti ve şimdi tarih benden herkesin pisliğini temizlememi bekliyor. Çorba kutuların temizleyip, yassılaştırmam gerekiyor. Ve kullanılan benzinin her bir damlasının hesabını tutmamı bekliyor.
    Ve nükleer atıkların, gömülen petrol tanklarının ve ben doğmadan önceki jenerasyonun boşalttığı araziler dolusu toksik atığın hesabını vermem gerekiyor.
    Bay meleğin kafasını kolumun içinde bir bebek veya futbol topu gibi tutup, elimin muştasıyla yüzüne vurdum, dişleri dudaklarından fırlayana kadar vurdum. Sonrada, ayağımın yanına çuval gibi yığılana dek dirseğimle vurdum. Elmacık kemiklerinin üstündeki deri incelip, morarana kadar vurdum.
    Duman solumak istiyordum.
    Kuşlar ve geyikler gereksiz bir lükstür ve bütün balıklar ölmelidir.
    Louvre müzesini yakmak istiyordum. Antik Yunan heykellerini çekiçle kırmak, kıçımı Mona Lisa’ya silmek istiyordum. Artık bu benim dünyam.
    Bu benim dünyam, benim dünyam ve o antik insanların hepsi öldü.
    Tyler işte o sabah kahvaltıda Kargaşa Projesini icat etmişti.
    Dünyayı tarihinden kurtarmak istiyorduk.
    Paper Sokağındaki evde kahvaltıda ediyorduk ve Tyler, kendini unutulmuş bir golf sahasının on beşinci yeşilliğinde turp yetiştirirken veya patates tohumu ekerken hayal et dedi.
    Rockefeller Plaza’nın yıkıntılarının çevresinde nemli kanyon ormanlarında geyik avlayacak ve kırk beş derecelik açıya yatmış Uzay Mekiği iskeletinin etrafında istiridye arayacaksın. Gökdelenlerin üstüne dev totem suratları ve gulyabani motifleri çizeceğiz ve geceleri kafeslerin dışında koşturup, bizi izleyen ayılar, büyük kediler ve kurtlardan korunmak için her gece insanoğlundan geriye kalanlar boş hayvanat bahçelerine gidip, kendilerini kafeslere kilitleyecek.
    “Geri dönüşüm ve hız limitleri saçmalıktan başka bir bok değil.” dedi Tyler. “Ölüm döşeğinde sigarayı bırakmak gibi bir şey.”
    “Dünyayı kurtaracak olan Kargaşa Projesidir. Kültürel bir buz çağı. Prematüre bir karanlık çağ. Kargaşa Projesi, Dünyanın kendini iyileştirmesine yetecek kadar uzun bir süre insanlığı uyuşturacak veya vazgeçirecek.”
    “Anarşiyi haklı çıkarmak gibi bir şey işte.” dedi Tyler.
    Dövüş kulübünün memurlara ve kuryelere yaptığı gibi, Kargaşa Projesi de medeniyeti yok edecek ve böylece bizler de dünyayı daha iyi bir yer haline getireceğiz.
    “Mağaza pencerelerinden geyik avladığımızı, çürüyen güzel elbiselerin ve smokinlerin raflarda kokuştuğunu düşün; seni hayatının sonuna kadar idare edecek deri kıyafetler giyeceksin ve Sears kulesini saran bilek kalınlığındaki asmalara tırmanacaksın. Jack ve fasulye sırığı misali, nemli ormanın sayvanına tırmanacaksın ve hava öyle temiz olacak ki, mısır eken küçük şekiller ve sekiz şerit genişliğinde, Ağustos sıcağı gibi binlerce kilometre uzunluğundaki boşaltılmış süper bir otobanın emniyet şeridinde kurumaya bırakılmış geyik eti şeritleri göreceksin” dedi Tyler.
    Tyler’a göre bu Kargaşa Projesinin amacıydı; medeniyetin tamamen ve doğrudan yok edilmesi.
    Kargaşa Projesinde bir adım sonra neler olacağını Tyler hariç hiç kimse bilmiyor. ikinci kural, soru sormayacaksınız.

    Tyler Saldırı Ekibine “Kurşun satın almayın dedi” dedi. “Böylece o endişeniz de ortadan kalkmış olacak, evet, birini öldürmek zorunda kalmakla ilgili endişeniz.”
    Kundaklama. Saldırı. Yıkım ve Yanlış Bilgilendirme.
    Soru yok. Soru yok. Mazeret yok. Yalan yok.
    Kargaşa Projesinin beşinci kuralı, Tyler’a güvenmek zorunda olmanızdır.

    Patronum masama başka bir kağıt parçası daha getiriyor ve dirseğimin hizasına yerleştiriyor. Artık kravat bile takmıyorum. Patronum mavi kravatını taktığına göre, bugün Perşembe olmalı. Patronun odasının kapısı sürekli kapalı ve fotokopi makinesinde dövüş kulübü kurallarını bulduğundan beri günde iki kelimeden fazla hiç konuşmadık ve belki de ben bir tüfekle onun bağırsaklarını dışarı çıkaracağımı ima ettim. Yine ortalıkta şebek gibi geziniyorum işte.
    Yada Ulaştırma Bakanlığındaki Uyumluluk konusuyla ilgilenen insanları arayabilirim. Üretime girmeden önce hiçbir çarpışma testinde başarılı olamamış bir ön koltuk destek mekanizması var.
    Nereye bakacağınızı bilirseniz, her yerde yanmış cesetler görebilirsiniz.
    Günaydın diyorum
    “Günaydın” diyor.
    Dirseğimin yanında Tyler’ın benden yazıp, çoğaltmamı istediği önemli, şahsıma münhasır gizlilikte başka bir evrak duruyor. Bir hafta önce Tyler Paper Sokağındaki kiralık evin bodrumunu arşınlıyordu. Uzunlamasına altmış beş adım, enlemesine kırk adım. Tyler sesli düşünüyordu. Sonra bana “Altı kere yedi kaç eder?” diye sordu.
    Kırk iki.
    “Peki üç kere kırk iki?”
    Yüz yetmiş altı.
    Sonra bana elde yazdığı bir not listesi verdi ve daktilo edip, yetmiş iki kopya yapmamı istedi.
    Neden o kadar çok?
    “Çünkü, eğer askeri tip üç katlı ranzalar koyarsak, bodrumda uyuyabilecek olan adamların sayısı bu” dedi.
    Peki heriflerin eşyaları ne olacak diye sordum.
    “Listede yazılandan başka bir şey getirmeyecekler ve getirdiklerinin hepsi de yatağın altına sığacak şeyler” dedi
    Patronumun fotokopi makinesinde –makinenin sayacı hala yetmiş ikiye ayarlanmış olarak duruyordu- bulduğu listede,
    “istenen malzemeleri getirmeniz eğitime girmenizi garanti etmez ve aşağıda belirtilen malzemelerle birlikte, kişisel defin ücreti için tam olarak beş yüz dolar getirmeyenlerin başvurusu kabul edilmeyecektir” yazıyordu.
    Tyler’ın söylediğine göre fakir bir cesedi yakmak en az üç yüz dolar tutuyormuş ve fiyat yükselebiliyormuş. Bu kadar parası olmayan bir ölü otopsi sınıfına giriyormuş.
    Eğer ölürse Kargaşa Projesine dert çıkarmaması için bu para her zaman öğrencinin ayakkabısında bulunmalıydı.
    Ayrıca başvuru yapanlar şunları da yanında getirmeliydi:
    iki siyah tişört.
    iki siyah pantolon.
    Bir çift siyah bot.
    iki çift siyah çorap ve iki çift sade iç çamaşırı.
    Bir siyah kalın kaban.
    Başvuranın üstündeki giysiler de bu listeye dahildi.
    Bir beyaz havlu.
    Bir adet yedek yatak çarşafı.
    Bir tane beyaz plastik karıştırma kasesi.
    Patron hala başımda dikiliyor, orijinal listeyi alıp, teşekkürler diyorum. Patron odasına dönüyor ve ben de bilgisayarda solitaire oynamak üzere işime dönüyorum.
    işten sonra Tyler’a kopyaları veriyorum ve günler geçip gidiyor. işe gidiyorum.
    Eve geliyorum.
    işe gidiyorum.
    Eve geliyorum ve ön verandamızda bir herif duruyor. Ön kapımızda dikilen herifin ikinci tişörtü ve pantolonu kahverengi bir kese kağıdına sarılmış ve son üç malzeme, beyaz havlu, askeri çarşaf ve plastik kase verandanın tırabzanında duruyor. Yukarıdaki pencerelerden Tyler’la birlikte herifi kesiyoruz ve Tyler herifi yollamamı söylüyor.
    “Çok genç” diyor Tyler.
    Verandada duran herif, Tyler’ın Kargaşa Projesini icat ettiği gece yok etmeye çalıştığım bay melek yüz. Siyah gözlerine, askeri tıraşlı sarı saçlarına rağmen tatlı ve sert kaş çatışını, herhangi bir çizik veya yara olmaksızın görebiliyorsunuz. Elbise giydirip, güldürseniz, kadın olur. Bay meleğin ayak uçları ön kapıya karşı duruyor, elleri yanına yapışmış, direk karşıdaki tahta yığınlarına bakıyor, üstünde siyah tişört, siyah pantolon ve siyah botlar var.
    “Ondan kurtul” diyor Tyler. “O çok genç.”
    Çok genç olmak için ne kadar genç olmak gerekiyor ki diye soruyorum.
    “Fark etmez “ diyor Tyler. “Eğer başvuran kişi gençse, ona çok genç olduğunu söyleriz. Şişmansa, çok şişman olduğunu. Yaşlıysa, çok yaşlı olduğunu. Zayıfsa, çok zayıf olduğunu. Beyaz ise, çok beyaz olduğunu. Siyahsa, çok siyah olduğunu.”
    Tyler, Budist tapınaklarda eğitim almak isteyenleri böyle milyarlarca yıl geri göndererek test ettikleri söyledi. Başvurana gitmesini söylersiniz, ve üç gün boyunca yiyecek, barınak veya cesaret verilmeksizin kapıda bekleyecek kadar kararlıysa, işte ancak ondan sonra içeri girip eğitim almaya hak kazanır.
    Ben de gidip bay meleğe çok genç olduğunu söyledim ama öğle yemeği vaktinde o hala oradaydı. Öğle yemeğinden sonra dışarı çıkıp, bay meleği süpürge sapıyla dövüyorum ve eşyalarının bulunduğu kese kağıdına tekme atıp, caddeye yolluyorum. Beyzbol sopasıyla topa vurur gibi süpürge sapını çocuğun kulağının üstüne geçiriyorum ve Tyler yukarıdan bizi izliyor. Çocuk hala dimdik duruyor, sonra da eşyalarını alıp oluğun içine atıyorum ve bağırıyorum.
    Git buradan diye bağırıyorum. Duymadın mı? Çok gençsin. Asla başaramayacaksın diye bağırıyorum. Birkaç sene sonra gelip, tekrar başvur. Şimdi git. Verandamdan çık.
    Ertesi gün herif hala orda, Tyler dışarı çıkıp “Üzgünüm” diyor. Kendisine eğitimden söz ettiğini, ama onun çok genç olduğunu ve lütfen burayı terk etmesini söylüyor.
    iyi polis. Kötü polis.
    Zavallı herife tekrar bağırıyorum. Altı saat sonra Tyler tekrar dışarı çıkıp üzgün olduğunu ama bu işin olmayacağını söylüyor. Herifin gitmesi gerektiğini söylüyor. Eğer gitmezse polisi arayacağını söylüyor.
    Ve herif gitmiyor.
    Giysileri hala olukta duruyor. Rüzgar parçalanmış kese kağıdını savurup götürüyor.
    Ve herif gitmiyor.
    Üçüncü gün kapıda başka biri daha var. Bay melek hala orada ve Tyler bay meleğe “içeri gel. Eşyalarını topla sokaktan ve içeri gir” diyor.
    Yeni herife dönüp, üzgün olduğunu çünkü bir hata yapılmış olduğunu söylüyor. Burada eğitim alamayacak kadar yaşlı olduğunu ve buradan gitmesini nazikçe söylüyor.
    Her gün işe gidiyorum. Eve geliyorum ve her gün verandada bekleyen bir iki kişi oluyor. Bu yeni herifler göz temasından kaçınıyorlar. Kapıyı kapatıp, herifleri verandada bırakıyorum. Bu her gün oluyor ve bazen başvuranlar gidiyorlar ama çoğunlukla üçüncü güne kadar inat ediyorlar ve Tyler’la birlikte aldığımız ve bodruma kurduğumuz yetmiş iki ranzanın çoğu dolana kadar bekliyorlar.
    Bir gün Tyler bana beş yüz dolar nakit verdi ve her zaman ayakkabımın içinde saklamamı söyledi. Bu benim gömülme param. Bu da eski Budist manastır geleneklerinden biri.
    işten eve geliyorum ve ev Tyler’ın kabul ettiği yabancılarla dolu. Hepsi çalışıyorlar. Birinci katın tamamı mutfak ve sabun fabrikasına çevrilmiş. Banyo hiç boşalmıyor. Ekipler bir iki günlüğüne ortadan kaybolup, ince, sulu yağla dolu kırmızı plastik torbalarla geri geliyorlar.
    Bir gece Tyler saklandığım odama gelip “Onları rahatsız etme. Hepsi ne yapacaklarını biliyorlar. Bu Kargaşa Projesinin bir parçası. Hiç biri planın tamamından haberdar değil ama her biri yapması gereken basit işi mükemmel şekilde yerine getirmek için eğitildi” dedi.
    Kargaşa Projesinde Tyler’a güvenmek zorundasın.
    Ve sonra gitti.
    Kargaşa Projesi ekiplerinde herifler bütün gün yağ kaynatıyorlar. Uyumuyorum. Bütün gece diğer ekiplerin kül suyu karıştırdıklarını, kalıplara böldüklerini, kalıpları çörek kağıtlarında pişirdiklerini, sonra da her bir sabun kalıbını kağıda sarıp, Paper Sokağı Sabun Şirketi etiketi yapıştırdıklarını duyuyorum. Benim dışımda herkes ne yaptığını biliyor ve Tyler artık eve hiç gelmiyor.
    Duvarlara sarılıyorum, çünkü eğitilmiş maymunların enerjisine sahip bu sessiz adamların, saat gibi düzenli bir şekilde takımlar halinde yemek pişirmeleri, çalışmaları ve uyumaları arasında ben kendimi kapana kısılmış bir fare gibi hissediyorum. Kolu çek. Düğmeye bas. Uzay maymunlarından oluşan bir ekip bütün gün yemek pişiriyorlardı ve diğer uzay maymunları bütün gün yanlarında getirdikleri plastik kaptan yemek yiyorlardı.
    Bir sabah işe gitmek için evden çıktım ve verandada siyah ayakkabıları, tişörtü ve pantolonuyla Koca Bob duruyordu. Ona son zamanlarda Tyler’ı gördün mü diye sordum. Onu buraya Tyler mı göndermişti?
    Topukları bitişik, sırtı dimdik durarak “Kargaşa Projesinin ilk kuralı” dedi Bob “Kargaşa Projesi hakkında soru sormamaktır.”
    Öyleyse Tyler’ın sana vermiş olduğu beyinsiz küçük şeref nedir diye sordum. işi bütün gün pirinç kaynatmak olan herifler var, veya yemek kaplarını yıkamak yada çöpleri atmak. Bütün bir gün. Günde on altı saat sabun paketlersen, aydınlanacağımı mı vaat etti Tyler sana?
    Koca Bob tek kelime etmiyordu.
    işe gidiyorum. Eve geliyorum ve Koca Bob hala verandada duruyor. Bütün gece ve ertesi sabah uyumuyorum ve dışarı çıkınca Koca Bob’u bahçeyi çapalarken buluyorum.
    işe gitmeden önce Koca Bob’a onu içeri kimin aldığını soruyorum. Ona bu görevi kim vermişti? Tyler’ı görmüş müydü? Tyler dün gece burada mıydı?
    Koca Bob “Kargaşa Projesinin ilk kuralı, Kargaşa Projesi hakkında---“ derken sözünü kesip evet diyorum . Evet, evet, evet, evet, evet.
    Ve ben işteyken uzay maymunları evin etrafındaki çamurlu araziyi kazıp, asit oranını düşürmek için Epsom tuzu döküyorlar. Mezbahalardan getirdikleri öküz tezeklerini belliyorlar ve berber dükkanlarından aldıkları torbalar dolusu saç tokasıyla köstebekleri ve fareleri savuşturup, topraktaki proteini arttırıyorlar.
    Gecenin bir köründe uzay maymunları ellerinde kanlı etlerle mezbahalardan geliyorlar. Kanlı etlerle toprağa demir, kemiklerle fosfor veriyorlar.
    Uzay maymunları kaleydoskopvari bir motifte fesleğen, kekik, havuç, fındık, okaliptüs, portakal ve nane yetiştiriyorlar. Bahçe, yeşilin tüm tonlarının içinde bulunduğu yuvarlak vitraydan süs penceresi gibi görünüyor. Ve diğer ekipler geceleri çıkıp, ellerindeki mumlarla sümüklüböcekleri ve salyangozları öldürüyorlar. Başka bir uzay maymunu ekibi, doğal boya üretmek için sadece en mükemmel yaprakları ve ardıç yemişlerini topluyor. Karakafes topluyorlar çünkü doğal bir dezenfektandır. Menekşe yaprakları baş ağrısına iyi gelir, inceotu sabuna katıldığında yeni kesilmiş çimen kokusu verir.
    Yarı şeffaf sardunya ve esmer şekerli veya parfümlü sabun yapmak için mutfakta 80-derecelik votka şişeleri duruyor. Bir şişe votka çalıyorum ve kişisel gömülme paramı sigaralara yatırıyorum. Bu arada Marla peydahlanıyor. Bitkiler hakkında konuşuyoruz. Bahçenin kaleydoskopik motiflerinin arasına tırmıkla açılmış çakıllı patikalarda yürüyüp içki ve sigara içiyoruz. Onun göğüsleri hakkında konuşuyoruz. Tyler Durden hariç herşey hakkında konuşuyoruz.
    Ve bir gün gazetede siyah giyinmiş bir takım adamların, daha zengin bir semte girerek lüks bir galerideki arabaların tamponlarına beyzbol sopalarıyla vurduklarını, hava yastıklarını patlatıp, tozu dumana katarken, alarmların bağırmasına neden oldukları yazıyor.
    Paper Sokağı Sabun Şirketindeki diğer ekipler güllerin, anemonların ve lavantaların taç yapraklarını toplayıp, saf donyağı ile birlikte paketliyorlar, böylece donyağı çiçeklerin kokusunu emecek ve çiçek kokulu sabun üretmiş olacaklar.
    Marla bana bitkilerden söz ediyor.
    Gül doğal doku sıkıştırıcıdır diyor.
    Bazı bitkilere ölü insanların isimleri verilmiş: iris, Basil (reyhan), Rue (sedefotu), Rosemary (biberiye) ve Verbena (mineçiçeği). Bazılarının ismi Shakespeare’in masallarındaki gibiydi, çayır tatlısı ve çuha çiçeği, azak yeri ve hint sümbülü, tatlı vanilya kokulu geyik dili. Başka bir doğal sıkıştırıcı olan fındık.
    Vahşi Latin irisi, menekşe kökü.
    Tyler’ın o gece eve gelmeyeceğine emin olana kadar Marla’yla her gece bahçede yürüyorduk. Marla’nın burnuma soktuğu bir melisa, sedefotu veya nane parçalarını toplamak için her zaman arkamızda bir uzay maymunu bulunuyordu. Veya atılmış sigara izmaritlerini toplamak için. Uzay maymunu bizim orada bulunuşumuzun izlerini tamamen yok etmek için ardındaki çakış taşlı patikayı tırmıkla temizliyordu.
    Ve bir gece şehirdeki bir parkta başka bir grup adam her ağacın etrafına ve ağaçların arasına benzin döküp, mükemmel bir küçük orman yangını çıkarmıştı. Etraftaki evlerin pencereleri alevler yüzünden erimiş ve park halindeki arabalar osurup, eriyen lastiklerin üstüne çökmüşlerdi, bunların hepsi gazetede yazıyordu.
    Tyler’ın Paper Sokağındaki kiralık evi, içeride terleyen ve soluyan birçok insan yüzünden nemliydi ve canlıydı. içeride o kadar insan koşuştururken, ev de hareket ediyordu.
    Tyler’ın gelmediği bir başka gece, birileri bankamatikleri ve telefon kulübelerini matkapla delerek, deliklere yağ tertibatı kurup, deliklere dingil yağı ve vanilya pudingi pompalamıştı.
    Tyler eve hiç gelmiyordu ama bir ay sonra bir kaç uzay maymununun elinin üstünde Tyler’ın öpücüğünün yanık izini gördüm. Sonra o uzay maymunları da gitti ve onların yerini almak için verandada bekleyen yeni herifler peydahlandı.
    Ve her gün ekipler gelip, sonra da farklı arabalarla gidiyorlardı. Aynı arabayı asla iki kere gördüğüm olmadı. Bir gece Marla’nın verandada bir uzay maymununa “Tyler’ı görmeye geldim. Tyler Durden. Burada yaşıyor. Ben onun arkadaşıyım.” dediğini duydum.
    Uzay maymunu “Üzgünüm ama siz çok...,” dedikten sonra duraklıyor ve “burada eğitim alamayacak kadar gençsiniz” diye devam ediyor.
    Marla “Git de kendini becer” diyor.
    “Ayrıca” diyor uzay maymunu “ istenilen malzemeleri de getirmemişsiniz: iki siyah tişört, iki siyah pantolon----“
    Marla “Tyler!” diye bağırıyor.
    “Bir çift siyah bot”
    “Tyler!”
    “iki çift siyah çorap ve iki sade iç çamaşırı”
    “Tyler!”
    Ve ön kapının çarpılarak kapatıldığını duyuyorum. Marla üç günlük süreyi doldurmuyor.
    işten dönünce çoğunlukla fıstık ezmeli sandviç yapıyorum.
    Eve geldiğimde, bir uzay maymunu, oturdukları birinci katın tamamını kaplayan görevli uzay maymunlarına elindeki kağıdı okuyor. “Siz güzel ve nadide bir kar tane değilsiniz. Sizin de diğerleri gibi erimekte olan organik bir yapınız var. Ve hepimiz aynı çürümüş yığının parçalarıyız.”
    Aynı uzay maymunu devam ediyor, “Kültürümüz hepimizi tekdüzeleştirmiştir. Artık hiç kimse gerçekten beyaz, siyah veya zengin değil. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Ama tek başımıza kaldığımızda hiç bir bok değiliz.”
    Sandviçimi yapmak için içeri girince okuyucu susuyor ve diğer uzay maymunları da sessizce bekliyorlar. Rahatsız olmayın diyorum. Ben onu zaten okumuştum. Hatta ben daktilo ettim.
    Belki patronum bile okumuş olabilir.
    Hepimiz bir boka yaramaz pislikleriz diyorum. Devam edin. Küçük oyununuzu oynayın. Beni takmayın.
    Sandviçimi hazırlayıp, bir şişe daha votka alırken ve merdivenlerden çıkarken uzay maymunları sessizlik içinde bekliyorlar. Arkamdan “Siz güzel ve nadide bir kar tanesi değilsiniz” dendiğini duyuyorum.
    Ben Joe’nun Kırık Kalbiyim çünkü Tyler beni bir kenara fırlattı. Çünkü babam beni bir kenara fırlattı. Ah evet bu listeye bir sürü isim ekleyebilirim. Bazı geceler iş dönüşü, bir bar bodrumunda veya garajda toplanmış olan diğer dövüş kulüplerine gidip, Tyler Durden’ı hiç gören var mı diye soruyorum.
    Her yeni dövüş kulübünde, daha önce hiç görmediğim bir herif, bodrumu çevreleyen karanlığın içindeki tek ışığı altında dikilip Tyler’ın sözlerini okuyor oluyor.
    Dövüş kulübünün ilk kuralı, dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır.
    Dövüşler başladığında, kulübün liderini kenara çekip, Tyler’ı gördün mü diye soruyorum. Tyler’la birlikte yaşıyorduk ama uzun süredir eve gelmiyor diyorum.
    Herifin gözleri kocaman açılıyor ve Tyler Durden’ın kim olduğunu gerçekten biliyor musun diye soruyor.
    Bu yeni dövüş kulüplerinin bir çoğunda başıma geliyor. Evet diyorum, en yakın arkadaşım. Sonra herkes birden elimi sıkmak istiyor.
    Bu yeni herifler yanağımdaki göt deliğine, yüzümdeki siyah deriye, ve kenarlarındaki sarı yeşil renge bakıp, bana efendim diyorlar. Hayır efendim. Tam olarak değil efendim. Tanıdıkları hiç kimse Tyler Durden’la tanışmamış. Arkadaşlarının arkadaşları Tyler Durden’la tanışmışlar ve bu yeni dövüş kulübünü kurmuşlar.
    Sonra bana göz kırpıyorlar.
    Tanıdıkları hiç kimse şimdiye kadar Tyler Durden’ı görmemiş.
    Efendim.
    Herkes Tyler Durden’ın bir ordu kurmakta olduğunun doğru olup olmadığını soruyor. Evet aynen böyle söylüyorlar. Tyler Durden geceleri sadece bir saat mi uyuyor? Rivayetlere göre Tyler bütün ülkede yeni dövüş kulüpleri açmak için yola çıkmış. Bin sonraki adımı ne olacak, herkes bilmek istiyor.
    Kargaşa Projesinin toplantıları daha büyük bir bodrum katına taşındı çünkü dövüş kulübünden mezun olan heriflerin sayısı arttıkça, Kundaklama, Saldırı, Yıkım ve Yanlış Bilgilendirme Ekipleri de büyüyor. Her ekibin bir lideri var ve bu liderler bile Tyler’ın nerede olduğunu bilmiyor. Tyler her hafta onlara telefon ediyormuş.
    Kargaşa Projesindeki herkes bir sonraki adımın ne olacağını bilmek istiyor.
    Nereye gidiyoruz?
    Beklediğimiz şey ne?
    Paper Sokağındaki bahçede geceleri Marla’yla yalınayak yürüyoruz, her adımda burnumuza değişik kokular geliyor, adaçayı, limon çiçeği ve sardunya. Siyah tişörtler ve siyah pantolonlar ellerinde mumlarla etrafımızda dolanıyorlar ve sümüklüböcek ve salyangozları öldürmek için bitkilerin yapraklarını kaldırıyorlar. Marla burada neler oluyor böyle diye soruyor.
    Çamur tepeciklerinin içinden fırlayan bir saç öbeği görüyorum. Saç ve bok. Kemik ve kan. Bitkiler, uzay maymunlarının budama hızından daha çabuk büyüyor.
    Marla “Ne yapacaksın?” diye soruyor.
    Dilimin ucunda.
    Çamurun içinde altın gibi parlayan bir şey görüyorum ve bakmak için dizlerimin üstüne çömeliyorum. Daha sonra ne mi olacak, bilmiyorum diyorum Marla’ya.
    Sanırım ikimiz de bir kenara atıldık.
    Gözümün ucuyla siyahlı uzay maymunlarının mumlarının üzerine eğilerek ortalıkta gezinmelerini takip ediyorum. Çamurun içindeki küçük altın parıltısı, altın dolgu yapılmış bir azıdişi. Hemen yanında cıvayla karışık gümüş kaplı iki tane daha azı dişi var. Bu bir çene kemiği.
    Hayır, ne olacağını söyleyemem. Bir, iki, üç azıdişini, saçı, boku, kemiği ve kanı Marla’nın göremeyeceği şekilde toprağın altına sokuşturuyorum.

    Cuma gecesi ofisteki masamın başında uyuyakalmışım.
    Uyandığımda yüzüm ve kollarımın masanın üstünde kavuşmuş, telefonlar çalıyor ve herkes gitmiş. Rüyamda bir telefon çalıyordu ama gerçekte çalan telefon mu rüyama girdi, yoksa rüyam mı gerçeğe kaymıştı karar veremiyorum.
    Telefona cevap veriyorum, Uyum ve Yükümlülük.
    Bu benim çalıştığım departman. Uyum ve Yükümlülük.
    Güneş batıyor, Wyoming ve Japonya büyüklüğündeki yüklü fırtına bulutları bize doğru geliyor. iş yerimde pencere var sanmayın. Binanın tüm dış cephesi baştan aşağıya camdan yapılmış. Çalıştığım yerdeki her şey tepeden tırnağa cam. Her yerde dikey güneşlikler var. Her yerde düşük havlı endüstriyel gri halılar ve bilgisayarların networke bağlandığı yerlerde küçük mezar taşları var. Ofisin her yeri kontrplak döşemeli çitlerle kutulanmış, kübik bir labirent gibi.
    Bir yerlerde elektrik süpürgesi homurdanıyor.
    Patronum tatile çıktı. Bana bir e-mail atıp, ortadan kayboldu. iki hafta içinde resmi bir görüşme için hazırlanmam gerekiyormuş. Bir konferans odası ayarlamam, bütün ördekleri sırayla oturtmam, özgeçmişimi güncellemem filan gerekiyormuş. Bana karşı bir dava hazırlıyorlar.
    Ben Joe’nun Tamamen Kaybolan Sürpriz Duygusuyum.
    Son zamanlarda çok zavallı davranmıştım.
    Telefonu açıyorum ve Tyler “Dışarı çık, park yerinde seni bekleyen herifler var” diyor.
    Kim onlar diye soruyorum.
    “Hepsi seni bekliyor” diyor Tyler.
    Ellerimin gaz koktuğunu fark ediyorum.
    Tyler devam ediyor “Yola çık. Arabaları var dışarıda. Bir Cadillac.”
    Hala uyukluyorum.
    Burada emin olamadığım şey Tyler mı benim rüyamda, yoksa ben mi Tyler’ın rüyasıyım?
    Ellerimdeki gazı kokluyorum. Etrafta kimsecikler yok. Kalkıp park yerine gidiyorum.
    Dövüş kulübündeki araba tamircisi herif kaldırımın kenarına birisinin siyah Corniche’ini park etmiş ve benim tek yapabildiğim beni bir yerlere götürmeye hazır olan bu siyah ve altın rengindeki dev sigara kutusuna bakmak. Arabadan inen tamirci endişe etmememi, plakayı havaalanının uzun dönem park yerindeki başka bir arabanın plakasıyla değiş tokuş ettiğini söylüyor.
    Dövüş kulübündeki usta başımız herhangi bir şeyi kolayca çalıştırabileceğini söylüyor. Direksiyon paneline iki kablo sarılıdır. Kabloların ucunu birbirine değdirirsen, marş devresi tamamlanır ve gezinti yapmak için çalıntı araba hazır olur.
    Ya böyle yaparsın, ya da satıcının bilgisayarına girerek anahtar kodunu kırarsın.
    Siyah tişörtlü ve siyah pantolonlu üç uzay maymunu arka koltukta oturuyor. Görmedim. Duymadım. Konuşmadım.
    Ee Tyler nerede diyorum.
    Dövüş kulübündeki usta başı Cadillac’ın kapısını arabanın şoförüymüş gibi açık tutuyor. Ustanın uzun boyu, kemikleri ve omuzları insana telefon direklerini hatırlatıyor.
    Tyler’ı görecek miyiz diye soruyorum.
    Ön koltukta beni bekleyen bir yaşgünü pastası var, üstüne mumlar dizilmiş. Arabaya biniyorum ve yola çıkıyoruz.
    Dövüş kulübünden bir hafta sonra bile hız limitlerine uymak gibi sorununuz olmaz. Belki iki gün boyunca kabız olup, iç kanama geçirirsiniz ama çok ta kıyak hissedersiniz kendinizi. Diğer arabalar sizin etrafınızda döner. Arabalar peşinize takılır. Diğer şoförler sizi orta parmak gösterip, hareket çekerler. Radyoyu bile açmazsınız. Belki her nefes aldığınızda kaburgalarınızda ince bir batma sızısı olur. Arkanızdaki arabalar uzunlarını yakıp söndürürler. Güneş turuncu ve altın sarısı renklerde batar.
    Usta arabayı kullanıyor, yaşgünü pastası aramızda duruyor.
    Dövüş kulübünde bu usta gibi herifleri görmek her zaman boktan ve korkutucu bir durumdur. Kemik torbası herifler asla gevşemezler. Pelte olana kadar dövüşürler. Sarı cilaya batırılmış iskelet görünümlü ve dövmeli beyaz herifler, kurutulmuş et görünümlü siyah herifler, isimsiz Narkotiklerde hayal edeceğiniz şekilde genellikle birbirlerini tutarlar. Asla dur demezler. Sırf enerjiden oluşmuş gibidirler ve öyle hızlı titrerler ki silüetleri bulanıktır. Tek seçenekleri nasıl öleceklerini seçmekmiş ve bir dövüşte ölmek istiyorlarmış gibi davranırlar.
    Bu herifler birbirleriyle dövüşmek zorundadır.
    Onları başka kimse dövüşe davet etmez. Onlar da kendileri gibi kemik ve enerjiden oluşan sıskalar dışındakileri dövüşe davet edemezler.
    Usta gibi herifler birbirlerini seçince izleyenler çığırtkanlık bile yapmaz.
    Tek duyulan, dövüşçülerin dişlerinin arasından alıp verdikleri nefes ve birbirlerini yakalayabilmek için çarpan ellerinin sesidir, yumruklar ince ve içi boş kaburgalara çekiç gibi indiğinde çıkan ıslık ve vurma sesidir. Heriflerin derisinin altında zıplayan tendonları, kasları ve damarları görebilirsiniz. Tek ışığın altında heriflerin derisi terden parlar, gerilmiştir ve ıslaktır.
    On, on beş dakika uçup gider. Terlerler ve bu heriflerin teri kızarmış tavuk gibi kokar.
    Dövüş kulübünün yirmi dakikası geçip gider. En sonunda da heriflerden biri düşer.
    Bu dövüşten sonra, iki ilaç temin eden herif birbirini seçer ve dövüş gecenin sonuna kadar sürer, ikisi de o kadar sert dövüşmekten bitkindir ve sırıtıyordur.
    Dövüş kulübünden beri şu tamirci herif Paper Sokağındaki evde takılıyordu. Yazdığı şarkıyı dinlememi istiyordu. Yaptığı kuş kafesini görmemi istiyordu. Herif bana bir kızın resmini gösterip, evlenilecek kadar güzel olup olmadığını bile sordu.
    Corniche’in ön koltuğunda otururken herif bu defa da “Senin için yaptığım pastayı gördün mü? Kendi ellerimle yaptım” dedi.
    Bugün benim yaşgünüm değil.
    “Cıvataların yağı azdı” diyor usta “ ben de yağı ve hava filtresini değiştirdim. Subap tevzisini ve zamanlamayı kontrol ettim. Bu gece yağmur yağacakmış, o yüzden hidrolik akuplemanları da değiştirdim.
    Tyler’ın planı nedir diye soruyorum.
    Usta küllüğü açıp, çakmağa basıyor. “Bu bir test mi? Bizi testten mi geçiriyorsun?” diyor.
    Tyler nerede?
    “Dövüş kulübünün ilk kuralı, dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır” diyor usta başı. “Ve Kargaşa Projesinin son kuralı soru sormamaktır.”
    Peki bana anlatacak bir şeyin var mı?
    “Anlaman gereken şey şu, baban senin için bir Tanrı modeliydi.” diyor.
    işim ve ofisim arkamızda küçülüyor, küçülüyor, küçülüyor ve kayboluyor.
    Ellerimdeki gazı kokluyorum.
    Usta “Eğer bir erkeksen ve Hristiyansan ve Amerika’da yaşıyorsan, baban Tanrı’nın bir modelidir. Ve eğer babanı hiç tanımadıysan, eğer baban öldüyse veya hiç eve uğramadıysa, Tanrı ile ilgili neye inanabilirsin ki?” diyor.
    Bunların hepsi Tyler Durden doktrini. Ben uyurken kağıt parçalarına karalanmış ve işe gidince daktilo edip, çoğaltmam için bana verilmiş şeyler. Hepsini okudum. Hatta patronum bile hepsini okumuş olabilir.
    Usta “Yapacağın şey şu olur, bütün hayatını bir baba ve Tanrı aramakla geçirirsin” diye devam ediyor.
    “Göz önüne alman gereken şey, Tanrı’nın senden hoşlanmaması olasılığıdır. Olabilir, Tanrı bizden nefret ediyor. Ama bu başımıza gelebilecek en kötü şey değil.” diyor.
    Tyler’a göre kötülükle Tanrı’nın ilgisini çekmek her zaman hiç ilgi çekememekten daha iyiydi. Belki de Tanrının nefreti, umursamamasından daha iyiydi.
    Ya Tanrının en kötü düşmanı olmak yada hiç bir bok olamamak durumunda kalsaydınız, hangisini seçerdiniz?
    Tyler Durden’a göre biz Tanrının vasat çocuklarıyız, çünkü tarihte ne özel bir yerimiz var, ne de bize özel bir ilgi gösterilmiş.
    Tanrının dikkatini çekemediğimiz sürece, ne lanetlenmek ne de kurtulmak için ümit edebiliriz.
    Hangisi daha beter, cehennem mi, hiçlik mi?
    Sadece yakalanıp cezalandırıldığımız zaman kurtulabiliriz.
    “Louvre müzesini yak” diyor usta, “kıçını Mona Lisa’lya sil. Böylelikle en azından Tanrı ismimizi öğrenmiş olur.”
    Alçaldıkça düşersin, yükseldikçe uçarsın. Ne kadar uzağa kaçarsan, Tanrı o kadar çok geri gelmeni ister.
    “Mirasyedi oğul evi hiç terk etmeseydi” diyor usta, “semirmiş dana yavrusu hala hayatta olurdu.”
    Kumsaldaki kum taneleri ve gökyüzündeki yıldızlarla numaralanmak yeterli değil.
    Usta başı siyah Corniche’i eski kestirme otobana sokuyor. Otobanda sadece bir gidiş, bir de geliş şeridi var ve şimdiden bir kamyon konvoyu arkamıza takılıyor, hepsi de yasal olan hız limitinde gidiyorlar. Corniche’in içine arkadaki farların ışığı doluyor ve ön cama görüntümüz yansıyor, konuşuyoruz. Hız limitinde gidiyoruz. Kanunun izin verdiği kadar hızlı.
    Kanun kanundur derdi Tyler. Çok hızlı araba kullanmak, yangın çıkarmakla aynıdır, o da bomba yerleştirmekle aynıdır, o da birine ateş etmekle aynıdır.
    Suçlu suçludur.
    “Geçen hafta dört yeni dövüş kulübünü doldurabilirdik.” diyor usta. “Eğer bir bar bulabilirsek, belki yeni dövüş kulübünü Koca Bob devralabilir. “
    Yani gelecek hafta Koca Bob’la kuralları okuyacaklar ve Koca Bob’a kendi dövüş kulübünü verecekler.
    Artık bir lider dövüş kulübü açtığında herkes bodrumun merkezindeki ışığın etrafında durup beklerken, lider karanlıkta kalabalığın etrafında dolanıp duracakmış.
    Bu yeni kuralları kim koydu diyorum, Tyler mı?
    Usta gülümseyip “Kuralları kimin koyduğunu biliyorsun” diyor.
    Yeni kurala göre hiç kimse dövüş kulübünün merkezinde olmayacak diyor. Dövüşen iki kişi dışında kimse dövüş kulübünün merkezi olmayacak. Liderin sesi karanlıkta kalabalığın etrafında yavaşça dolanırken çınlayacak. Kalabalıktaki herifler, odanın boş merkezinin karşısında duran heriflere bakacakmış.
    Bu kural bütün dövüş kulüplerinde geçerli olacakmış.
    Yeni bir dövüş kulübüne ev sahipliği yapmak için bir bar veya garaj bulmak zor değil; orijinal dövüş kulübünün toplandığı ilk barda, hala bir aylık kirayı bir gecede dövüş kulübünden çıkarabiliyorlar.
    Ustaya göre diğer bazı dövüş kulüplerinin kuralı bedava olmasıymış. içeri girmek için asla para alınmıyormuş. Usta penceresinden sarkıp, yan şeritten ters yöne akan trafiğe doğru bağırıyor ve gecenin esintisi arabanın yanına boşalıyor: “Sizi istiyoruz, paranı değil:”
    Usta pencereden bağırmaya devam ediyor “Dövüş kulübünde olduğunuz sürece, bankadaki paranızın miktarı önemli değildir. işinizle değerlendirilmezsiniz. Siz aileniz değilsiniz, kendinize olduğnuzu söylediğiniz kişi de değilsiniz.”
    Usta rüzgara karşı haykırıyordu, “Siz isminiz değilsiniz.”
    Arkada oturan uzay maymunlarından bir tanesi söze devam ediyor: “Siz problemleriniz değilsiniz.”
    Usta camdan haykırıyor, “Siz problemleriniz değilsiniz.”
    Bir uzay maymunu bağırıyor, “Yaşınızın bir önemi yok.”
    Usta haykırıyor, “Yaşınızın bir önemi yok.”
    Ve usta direksiyonu karşı şeride kırıyor, arabanın içi karşıdan gelen farların ışığıyla aydınlanıyor, çizgi filmlerdeki kadar kıyak görünüyoruz. Bir araba, sonra bir tane daha direk üstümüze doğru gelirken kornasına asılıyor ve usta her defasında direksiyonu kırıp sıyırttırıyor.
    Farlar büyüyerek üstümüze geliyor, kornalar bağrışıyor ve usta göz kamaştırıcı ışık ve gürültünün içine sürüyor arabayı ve bağırıyor, “Siz umutlarınız değilsiniz.”
    Kimse bu bağırtıları sallamıyor.
    Bu defa karşıdan gelen bir araba tam zamanında direksiyonu kırıp, bizi kurtarıyor.
    Sonra başka bir araba geliyor üstümüze. Farlar göz kırpıyor, uzun, kısa, uzun, kısa. Korna böğürüyor ve usta başı bağırıyor “Kurtulamayacaksınız.”
    Başka bir araba ve usta bağırıyor “Hepimiz bir gün öleceğiz.”
    Bu sefer karşıdan gelen araba direksiyonu kırıyor ama usta onun kırdığı yöne kırıyor direksiyonu. Karşıdan gelen araba iyice kaçıyor ama arabaya sürtünüyoruz ve kıvılcım çıkıyor.
    O anda eriyip, şişiyor insan. O an için her şey önemini yitiriyor. Yıldızlara bak ve bittin. Bagajının önemi yok. Hiç bir şeyin önemi yok. Ağzının kötü kokmasının da. Pencerelerden dışarı da ki karanlık görünüyor ve etrafında kornalar çığlık atıyor. Farlar suratında uzun, kısa, uzun flaşlar patlatıyor ve bir daha işe gitmek zorunda olmayacağını düşünüyorsun.
    Bir daha saçlarını kestirmek zorunda kalmayacaksın.
    “Haydi” diyor usta.
    Karşıdan gelen araba direksiyonunu kırıyor ve usta da onun üstünde doğru kırıyor.
    “Ölmeden önce ne yapmış olmayı dilerdin?”
    Karşıdan gelen arabanın kornası aralıksız bağırıyor, usta öyle sakin ki gözünü yoldan çevirip bana bakıyor ve “Çarpışmaya on saniye” diyor.
    “Dokuz.
    “Sekiz dakika.
    0 ...