önce tanım gelsin: aşk hırsızlığına uğramış bireyin, ilanıdır.
gönül bir kuş misalidir a dostlar. sıkılır göğüs kafesinde tünese de mütemadiyen. ara sıra kanat çırpmak ister sevdanın efsunlu göklerinde. ne zaman ki bir güzelin gözlerinden aşk meyi içip sarhoş olsa, yerinde duramayan bir çocuk gibi kapıları yumruklar, gidip kapıyı açana dek yırtınır durur. uçup güzellerin yanaklarına konar, renkli kanatlarını boynuna doladığında, en güzel sesiyle nağmeler okur, sonra, usulca gelip, kafesine konardı. bana da uçları yanmış kanatları, gözyaşında yıkanmış zaman merhemiyle iyileştirmek düşerdi.
ilk sevgilinin ilk gülümseyişinden yapılmış, altın işlemeli anahtarla kapatırdım, gönül kafesinin kapısını. gönül dışarı kaçmasın diye değil, dışarıdan kimsenin ona bir zararı dokunmasın diye. gel zaman, git zaman, gönülden bir ses gelmez oldu. önce, pek aldırmamıştım zira bazen günlerce şakımazdı. küserdi bana, olmayacak biri için. sonra, bu durum devam edince, gidip bir göresim geldi onu. baktığımda, yerinde yeller esiyordu. tüylerinden bir kaçı yere dağılmış, asil kanı, parmaklıklara sıçramıştı. kafesin anahtarları da yoktu artık. düştüm yollara, uçsuz bucaksız ovaları, deli deli akan nehirleri geçtim. yıldızsız geceler ve gölgesiz günler boyu aradım onu. bulduğumda, bir deli kızın omuzuna tünemiş, hayran hayran onu seyrediyordu. ona en güzel şiirlerden örülü ağımı attım, sakinleşmesi için de bağlamamla hüzünlü ezgiler fısıldadım usulca. alıp geri getirdim ait olduğu yere. yaralarını sardım. kanatlarını temizledim. soğuk sulardan içirdim ve gördüm ki, öldürmeyen ezalar, güçlendirirmiş.
azametli bir anka kuşuna dönüşen gönlüme, gururla baktım. artık anahtarı yok kafesinin, kayboldu. gerek de kalmadı artık çünkü o bir av değil, pençelerinde bin güzelin gözyaşı gizli bir avcı oldu. anahtar mı, onu siz bulursanız, gömün gitsin. bir anlık bakışın ateşiyle, kim bir ömür yaşamak ister ki...