aşağıda, dört bölümden oluşan bu nehir şiirin ilk haykırışını bulacaksınız. daha önce mayakovski okumamış biri için bu, şiir ve şair anlayışı adına milat oluşturacak emsalsiz bir deneyimdir. aşağıdaki ilk bölümü okuyan, ruhu kanatlanan bünye için ise eserin devamını okumak elzemdir. ve sonrasında nazım hikmet ran'ın jokond ile si ya u harikasını da okuyunca bambaşka bir şiir evrenine ayak basmışsınız demektir...
''saat dörtte geleceğim,''-- demişti mariya *
sekiz
dokuz
on.
ve işte korkunç
gecenin derinine
uzaklaştı camlardan
somurtkan
aralık akşamı.
dermansız omuzları ardından kahkaha atıyor ve kişniyor şamdanlar.
şimdi beni artık tanıyamazsınız:
damarlı bir kütle devasa inliyor,
kıvranıyor.
ne dileyebilir böyle bir yığın?
bu yığın ama çok şey diliyor!
zaten kendim için önemli değil
ne benim bronzdan olduğum,
ne de olduğu kalbimin soğuk demir parçası.
geceleyin çınıltımı istiyorum
gizlemek yumuşacık
kadınca bir şeye.
ve işte,
muazzam,
kamburlanıyorum pencerede,
alnımda eritiyorum pencere camını.
bir aşk olacak mı olmayacak mı yoksa?
nasıl--
büyük bir aşk mı yoksa ufacık mı?
ne gezer büyük aşk böyle vücutta:
olsa da, ufacıktır,
uysal bir tanesidir küçük aşkların.
o ürker otomobil klaksonlarından.
sever çıngıraklarını küçük atların.
sizin,
kirden muşambalaşmış sedirde bir uşak gibi semiren
pelte beyniniz üstünde dalmış düşlere düşüncenizi,
taciz edeceğim yüreğimin kanlı limeleriyle;
doyuncaya dek gülünçleyeceğim sizi küstah ve yakıcı.
ruhumda benim yok tek ağarmış tel,
ve ihtiyarca bir sevecenlik yok ruhumda!
dünyayı sarsa sarsa sesimin kudretiyle,
yürüyorum - - yakışıklı
yirmi iki yaşımda.
kibarlar!
siz aşkı kemanlara yatırırsınız.
bir kaba yatırır aşkı timballere.
ama kendinizi benim gibi tersyüz edemezsiniz,
tüm dudaklardan ibaret kalıncaya dek!
gelin ders alın--
çıkın konuk salonundan,
patiskadan memur karısı melekler topluluğundan.
dingince çeviren dudaklarının sayfalarını,
yemek kitabını devreden bir aşçı kadın gibi.
ister misiniz --
besiden kudurmuş olacağım
--ve, gökyüzü gibi yeni bir renge bürünüşümü
ister misiniz--
kusursuz kibar olacağım,
erkek değil -- pantolonlu bir bulut!
inanmıyorum nice diye bir kentin varlığına çiçekler içre!
benimle yine övünmeye başlar öz övgüleri gibi
sayrılarevi gibi bayatlamış erkekler,
ve kadınlar, hırpalanmış
atasözleri gibi.
içeriye girdin sen,
''alın!'' der gibi, amansız,
eldivenin güderisini işkenceyle burup,
dedin:
''biliyor musunuz --
ben evleniyorum.''
ne yapalım, evlenirsiniz.
dayanırım
buna. peki.
dinginim nasıl, görün!
nabzı gibi
bir ölünün.
anımsıyor musunuz?
siz
''jack london,
para,
aşk,
tutku,'' -- diyordunuz *
bense yalnızca tek şeyi görüyordum:
siz -- çalınması gereken bir mona lisa tablosuydunuz!
yarıgece bir bıçakla koştu,
yakaladı,
boğazladı, --
susturdu uğultuyu tümden!
saatin düştü onikinci vuruşu,
idam edilenin başı gibi cellat kütüğünden.
camlar yağmur damlacıkları gri
inlediler,
yüzde acının büyüttüler çizgisini,
sanılır ulumakta kimerleri
paris notre-dame külliyesinin. *
lanet!
yani bu da mı yetmedi?
şimdi haykırmaktan yırtılacak ağzım.
duyuyorum:
usulca,
bir sayrı gibi karyoladan
atladı aşağıya bir sinir.
ve işte, --
önce biraz gezindi
zar zor,
sonra koşarak fırladı,
heyecana gelmiş,
daha belirgin.
şimdi hem o ve yeni ikisi
koşuyorlar bir dansta deliler gibi.
beni öfkelendiriyor musunuz?
''bir dilencideki bozukluklardan
bile daha az sizin çılgınlık zümrütünüz.''
unutmayın!
yok olmuştu pompey
vezüv'ü öfkelendirdikleri gün!
anne!
şarkı söyleyemiyorum.
yüreğimin küçük kilisesindeki sahne tutuşmuş!
yanmış küçük biçimleri sözcüklerin ve sayıların
dökülüyor kafatasımdan dışarıya,
çocuklar gibi dışarıya yanan bir yapıdan.
korku tıpkı böyle
gökyüzüne tutunmak için
yalımlanan
ellerini yükseltmişti ''luzitanya''nın.*
sarsılan insanlara
evlerin sessizliğinde
yüz gözlü gök kızıltısı atılıyor iskeleden.
sonuncu çığlık, --
bari sen yandığımı benim yüzyıllara inle!
özel not: her ne kadar ardında bir mektup bıraksa da, mayakovski'nin intiharı üstündeki şüpheler devam etmektedir...