pantolonlu bulut

entry5 galeri
    5.
  1. aşağıda, dört bölümden oluşan bu nehir şiirin ilk haykırışını bulacaksınız. daha önce mayakovski okumamış biri için bu, şiir ve şair anlayışı adına milat oluşturacak emsalsiz bir deneyimdir. aşağıdaki ilk bölümü okuyan, ruhu kanatlanan bünye için ise eserin devamını okumak elzemdir. ve sonrasında nazım hikmet ran'ın jokond ile si ya u harikasını da okuyunca bambaşka bir şiir evrenine ayak basmışsınız demektir...

    1**
    bu, bir sıtma nöbeti mi sizce güya?

    bu başımdan geçti,
    odesa'da gerçekten.

    ''saat dörtte geleceğim,''-- demişti mariya *
    sekiz
    dokuz
    on.

    ve işte korkunç
    gecenin derinine
    uzaklaştı camlardan
    somurtkan
    aralık akşamı.

    dermansız omuzları ardından kahkaha atıyor ve kişniyor şamdanlar.

    şimdi beni artık tanıyamazsınız:
    damarlı bir kütle devasa inliyor,
    kıvranıyor.
    ne dileyebilir böyle bir yığın?
    bu yığın ama çok şey diliyor!

    zaten kendim için önemli değil
    ne benim bronzdan olduğum,
    ne de olduğu kalbimin soğuk demir parçası.
    geceleyin çınıltımı istiyorum
    gizlemek yumuşacık
    kadınca bir şeye.

    ve işte,
    muazzam,
    kamburlanıyorum pencerede,
    alnımda eritiyorum pencere camını.
    bir aşk olacak mı olmayacak mı yoksa?
    nasıl--
    büyük bir aşk mı yoksa ufacık mı?
    ne gezer büyük aşk böyle vücutta:
    olsa da, ufacıktır,
    uysal bir tanesidir küçük aşkların.
    o ürker otomobil klaksonlarından.
    sever çıngıraklarını küçük atların.

    sizin,
    kirden muşambalaşmış sedirde bir uşak gibi semiren
    pelte beyniniz üstünde dalmış düşlere düşüncenizi,
    taciz edeceğim yüreğimin kanlı limeleriyle;
    doyuncaya dek gülünçleyeceğim sizi küstah ve yakıcı.

    ruhumda benim yok tek ağarmış tel,
    ve ihtiyarca bir sevecenlik yok ruhumda!
    dünyayı sarsa sarsa sesimin kudretiyle,
    yürüyorum - - yakışıklı
    yirmi iki yaşımda.

    kibarlar!
    siz aşkı kemanlara yatırırsınız.
    bir kaba yatırır aşkı timballere.
    ama kendinizi benim gibi tersyüz edemezsiniz,
    tüm dudaklardan ibaret kalıncaya dek!

    gelin ders alın--
    çıkın konuk salonundan,
    patiskadan memur karısı melekler topluluğundan.

    dingince çeviren dudaklarının sayfalarını,
    yemek kitabını devreden bir aşçı kadın gibi.

    ister misiniz --
    besiden kudurmuş olacağım
    --ve, gökyüzü gibi yeni bir renge bürünüşümü
    ister misiniz--
    kusursuz kibar olacağım,
    erkek değil -- pantolonlu bir bulut!

    inanmıyorum nice diye bir kentin varlığına çiçekler içre!
    benimle yine övünmeye başlar öz övgüleri gibi
    sayrılarevi gibi bayatlamış erkekler,
    ve kadınlar, hırpalanmış
    atasözleri gibi.

    aşağı katta bir sıva düştü.
    sinirler --
    irili,
    ufaklı,
    anlatmaz sayı! --
    atıyorlar kudurmuş,
    sinirlerin çözülüyor dizlerinin bağı!

    batak gece odanın yüzeyinde yosunlanıyor yosunlanıyor,
    yosundan doğrulamıyor ağırlaşan göz.

    birdenbire kapılar çarpmaya başladı,
    sanılır otelin
    takırdıyor dişleri.

    içeriye girdin sen,
    ''alın!'' der gibi, amansız,
    eldivenin güderisini işkenceyle burup,
    dedin:
    ''biliyor musunuz --
    ben evleniyorum.''

    ne yapalım, evlenirsiniz.
    dayanırım
    buna. peki.
    dinginim nasıl, görün!
    nabzı gibi
    bir ölünün.
    anımsıyor musunuz?
    siz
    ''jack london,
    para,
    aşk,
    tutku,'' -- diyordunuz *
    bense yalnızca tek şeyi görüyordum:
    siz -- çalınması gereken bir
    mona lisa tablosuydunuz!

    ve çaldılar sizi.

    yeniden ve yeniden
    yüzümle bürünerek yağmura,
    bürünerek yağmurun çilli yüzüne,
    bekliyorum burada,
    uğultusu kentsel bir dalganın sıçramış üstüme.

    yarıgece bir bıçakla koştu,
    yakaladı,
    boğazladı, --
    susturdu uğultuyu tümden!

    saatin düştü onikinci vuruşu,
    idam edilenin başı gibi cellat kütüğünden.

    camlar yağmur damlacıkları gri
    inlediler,
    yüzde acının büyüttüler çizgisini,
    sanılır ulumakta kimerleri
    paris notre-dame külliyesinin. *

    lanet!
    yani bu da mı yetmedi?
    şimdi haykırmaktan yırtılacak ağzım.

    duyuyorum:
    usulca,
    bir sayrı gibi karyoladan
    atladı aşağıya bir sinir.
    ve işte, --
    önce biraz gezindi
    zar zor,
    sonra koşarak fırladı,
    heyecana gelmiş,
    daha belirgin.
    şimdi hem o ve yeni ikisi
    koşuyorlar bir dansta deliler gibi.

    alo!
    kimsiniz?
    anne?
    anne!
    oğlunuz harikulade hasta!
    anne!
    oğlunuzda yürek yangını var.

    söyleyin kız kardeşlerim lyuda'ya ve olga'ya
    artık kardeşleri hiçbir şeyle onmaz.
    her sözcük,
    bir şaka bile,
    savrulan onun tutuşan ağzından,
    atıyor dışarı kendini çıplak bir orospu gibi
    yanmakta olan bir genelev binasından.

    insanlar kokluyor --
    kızarmış et kokusu yayıldı!
    birilerine koştular.
    parıltılı!
    donanmışlar miğferlerle!
    çizmeyle basılmaz!
    itfaiyecilere deyin:
    okşayışlarla tırmanılır yanan bir yüreğe.
    kendi başımayım.
    yaşla dolu gözlerimi fıçılarla boşaltacağım.
    yeter ki dayanayım kaburgalarıma.
    sıçrayacağım! sıçrayacağım! sıçrayacağım! sıçrayacağım!
    kaburgalarım çöktü.
    yüreğinizden sıçrayamazsınız dışarıya!

    yanmakta olan yüzümde
    yarığından iki dudağın
    kömürleşmiş bir öpücük atılmaya durmuş.

    yeniden aşık olmuş gireceğim oyuna,
    kaşlarımın eğrisini aydınlatırken alazım.
    olsun!
    yanıp kül olmuş bir yapıda da
    evsiz serseriler yaşar bazı!

    beni öfkelendiriyor musunuz?
    ''bir dilencideki bozukluklardan
    bile daha az sizin çılgınlık zümrütünüz.''
    unutmayın!
    yok olmuştu pompey
    vezüv'ü öfkelendirdikleri gün!

    hey!
    baylar!
    kutsala
    küfür atanlar,
    öldürüme tapanlar,
    kırıma tapanlar, --
    peki gördünüz mü
    en korkunç olanı --
    çehremi benim
    ben
    mutlak
    dingin olduğum zaman?

    duyumsuyorum --
    ''ben''
    bana az geliyorum.
    benden birisi fışkırıyor ısrarla.

    anne!
    şarkı söyleyemiyorum.
    yüreğimin küçük kilisesindeki sahne tutuşmuş!

    yanmış küçük biçimleri sözcüklerin ve sayıların
    dökülüyor kafatasımdan dışarıya,
    çocuklar gibi dışarıya yanan bir yapıdan.
    korku tıpkı böyle
    gökyüzüne tutunmak için
    yalımlanan
    ellerini yükseltmişti ''luzitanya''nın.*
    sarsılan insanlara
    evlerin sessizliğinde
    yüz gözlü gök kızıltısı atılıyor iskeleden.
    sonuncu çığlık, --
    bari sen
    yandığımı benim yüzyıllara inle!

    özel not: her ne kadar ardında bir mektup bıraksa da, mayakovski'nin intiharı üstündeki şüpheler devam etmektedir...
    0 ...