PKK içinde "Parmaksız Zeki" olarak bilinen eski terörist, yeni tanık, itirafçı.
Örgütün en üst görevlerinde bulunduğu PKK'ya 1982 yılında katıldı.
PKK'nın başı Abdullah Öcalan ile görüş ayrılıklarına düştü ve defalarca yargılanıp, affedildi.
1998 yılında Barzani'ye sığındı. 1998'de yakalandı ve 14 yıldır cezaevinde kalıyor.
Onu Türkiye'ye getirildiği sırasa Özel Kuvvetler Komutanı Engin Alan'dı.
Şemdin Sakık'ın sorgulamasının başında ise Yarbay Cemal Temizöz vardı.
Şimdi bu iki asker de terörist olarak yargılanırken Şemdin Sakık gizli tanık olarak dinleniyor.
Deniz kod adıyla gizli tanık olduğu açıklanmasa adı gündeme bile gelmeyecekti.
Bununla birlikte yazdıklarını okuyunca söylediği her şeyin de iftira olmadığı seziliyor.
Öncelikle 1993 yılında bahsetmiş ve bunun adı konmamış olmasına rağmen aslında 12 Eylül'den bile daha şiddetli bir darbe olduğunu belirtmiş.
1993 yılı eğer o dönemleri yaşayanlar varsa gerçekten de faili meçhul cinayetlerle, aydınlatılmamış vahşetlerle dolu bir yıldı.
1993 yılı felaketleri 24 Ocak 1993 günü Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve belki de bu ülkenin görüp görebileceği en iyi, en bilgili gazetecilerinden biri olan Uğur Mumcu'nun öldürülmesi ile başladı.
Şubat ayında ise Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis öldü.
Şubat ayında öldürülen olmasa bile ölen bir başka önemli isim geleceğin parlak siyasisi olarak gösterilen bakan Adnan Kahveci'nin Gerede yolu üzerinde yaptığı trafik kazası sonucu ölümü olmuştu.(5 Şubat 1993)
Aynı yıl daha sonra Turgut Özal öldü.(Nisan)
2 Temmuz 1993'de yaşanan ve günümüze katliam olarak yansıyan Sivas olaylarında 30'u aşkın aydınımız katledildi.
PKK'nın Turgut Özal'ın Kürt sorununa karşı bakışını olumlu bulmasıyla tek taraflı bir ateşkes ilan edilmişti.
Ama arka arkaya yapılan operasyonlar sonucu PKK, başlarında Şemdin Sakık'ın olduğu bir grup ile 33 silahsız ve korumasız askerimizi şehit etti. Cem Ersever ekim 1993'te öldürülmüş olarak bulundu ve bu olayın arkasından da 22 Ekim 1993 tarihinde Tuğgeneral Bahtiyar Aydın Lice katıldığı operasyonda keskin nişancı atışıyla vurularak öldürüldü.
Belki de bu olaylar 1990 yılından başlayarak gelen Turan Dursun, Çetin Emeç, Musa Anter, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy gibi aydınların öldürülmesiyle başlamıştı.
1993 yılında devletin kendi içinde de bir şeyler yaşadığı çok açık. Bunun için şu an pişman görüntüsü saçıp sevgi pıtırcıkları savuran ama bir cani olduğundan zerre kadar kuşkumun olmadığı Şemdin Sakık'a ve söylediklerine ihtiyacımız yok. Turgut Özal ve çevresinde topladığı bazı isimler PKK ile mücadelede farklı çözümler üzerine çalışıyorlardı.Bunlar Özal'ı sevsek de sevmesek de silahların susmasına ilişkin hareketlerdi. Bu isimlerin birer birer ortadan kalkması ya da kaldırılması sonucu siyasi otorite de değişti. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel oldu, başbakanlığa ise Tansu Çiller getirildi. Tansu Çiller'in başbakanlığı sırasında Genelkurmay Başkanı önce Doğan Güreş sonrasında ise ismail Hakkı Karadayı oldu.
1993 yılında bu değişimlerin paralelinde Türk ordusu'nun da PKK ile mücadele yöntemi değişti ya da değiştirilmeye çalışıldı. Silahlı eylemlerin başladığı 1984 yılından bu tarihe kadar Türk ordusu PKK ile mücadelesinde karşısında düzenli bir ordu varmış gibi hareket ediyordu. Herhangi bir eylem sonrasında sayıları 1.000'e vuran birlikler teröristlerin peşine takılıyordu. Bu da gerila yöntemini kullanan örgütün ekmeğine yağ sürüyordu. Bu kadar kalabalık bir hedefe karşı yapılan saldırılarda korkunç sayıda şehit veriyorduk. Sayıları 100'leri geçen şehit haberleri özellikle yaz aylarında haftada bir gün mutlaka manşetlere çıkıyordu. Öldürülen teröristlerin görüntüleri ise TV ekranlarına verilerek "sonunuz böyle olmasın" mesajı verilmeye çalışılıyordu. 1993 yılından sonra ise Türk ordusu mevzi savunmasına döndü. Karakollar güçlendirilerek daha etkin bir konuma getirildiler. Gerçi bu karakolların çoğu zamanında sınır ötesi kaçakçılığı engellemek amacıyla yapılmıştı ve gerektiği gibi savunma önlemleriyle desteklenmediği için PKK'nın staj yeri gibi görülüyordu. Bugün hala bu eksikliğin acısını çekmekteyiz ve 30 yıla yaklaşan terör mücadelemizde nihayet güçlü karakolların yapılmasına başlandı! Ayrıca karakollara geri kalmış ve dost gözüken Afrika ülkelerine hibesinden son anda vazgeçilmiş eskimiş tanklar yerleştirildi. Bu tanklar aktif olarak kullanılmaz durumdaydı ama üzerlerine termal kamera, lazer pointer ve gece görüş gibi teknolojik eklentiler takılınca birden bire etkili birer silaha dönüştüler. Artık dağlara 100'lerce kişilik birlikler yerine çok daha küçük birliklerle çıkılıyor. Çatışmalar yine yaşanıyordu ama bunlar hem daha az şiddetli oluyordu hem de artan operasyon sonrası örgütün yurt içi faaliyetlerinden daha fazla haber alınıyordu...
Kısacası değişim isteyen insanların ortadan kaldırılması sonucu Türkiye başka bir yola girdi. Ama bu olmasaydı da o yolda kalınsaydı ne olurdu biz bilemiyoruz. Artık iyice ayyuka çıkmış bu olayların dönemin aktörleri tarafından bizzat izah edilmesi gerekir ki biz küçük insanlar anlayalım. Ayrıca bu sayede Şemdin Sakık gibi bir ismin de tanıklığına gerek kalmaz.
Şemdin Sakık'ın tanık olarak dinlenilmesini de ayrıca doğru bulmuyorum. Onu yakalayan kişilere karşı tanık olarak kullanılması zaten Türk Ceza Kanunu'na aykırı. Türk Ceza Kanunu'na göre aralarında husumet bulunan kişilerin mahkemelerde birbirleri aleyhine tanıklık yapmaları engellenmiş. Ama Türk ordusunun PKK ile mücadele eden birimlerinin terörist ya da örgüt üyesi olarak tutuklandığı günümüzde eli kanlı teröristlerin tanık olarak dinlenmesine ne kadar şaşırmalıyız bilemiyorum... Olay hukuki bir süreçten ziyade bir sadistlik, bir yaraya tuz basma, bir acının üstüne acıyla gitme kokusu taşıyor.
Şemdin Sakık Mayıs 1993'te gerçekleştirilen ve 33 askerimizin şehit edilmesi ile sonuçlanan katliamın kendisine mal edildiğini söylemiş ve öyle bir dönemde bu askerlerin kendi üzerlerine neden silahsız ve savunmasız yollandığına anlam veremediğini belirtmiş. Ama onun yaptığı tanıklık gibi başkaları da onun aleyhine tanıklık yapıyor ve olayda yer aldığını bizzat söylüyor. Zaten kendisi de bu olayın içinde yer almadığı söylemek için bir hayli geç kalmıştı. Olayın içinde yer alan ve katliamdan sağ kurtulan askerimiz Osman Partal Sakık için "Şoförle konuştu, benden ateş istedi ve ateş emrini de o verdi" demişti. Sonrasında olay yerinde 1.570 mermi kovanı bulunmuştu. Olaydan sağ kurtulanlar ateşin kendilerine 3-4 metre mesafeden yapıldığını söylüyorlar. O mesafeden bile % 50 isabet oranı yakaladıklarını varsayarsak her şehidimize 25 mermi düşüyor. Bir merminin bile bir insanı ne hale getirdiğini bildiğim için olayın vahşetini çok derin duyumsuyorum. Bu yüzden bu olayı cuntanın işi gibi gösteren Sakık'ı samimi bulmadığım gibi asla ve asla askerlerimiz aleyhine tanıklık yapmasına da dayanamıyorum. Kaldı ki bu öyle bir isim ki yarın öbürgün bu açıklamaları yapmamı bugünkü iktidar istedi ve beni zorladı da diyebilir.