1800'lü yılların sonlarına doğru resim sanatında olduğu gibi 1900'lü yılların başlarında şiir, öykü ve roman gibi yazın türlerinde de realizm akımına karşı; kısaca, 'bilinçaltının karmaşıklığını sanata yansıtmayı gerekli gören' sürrealizm akımı doğdu ve gelişti.
realizm, isminden de anlaşılacağı üzere ya gerçekler ya da akla, mantığa, gözlerin görüp-kulakların duyduğu, elle tutulur şeyleri konu edinip-onlar üzerinde temellenerek, gerçekçi yaklaşımlar üzerine kurgulanan olayların yansıtıldığı resimler, şiirler, öyküler ve romanlarda hayat buluyordu.
buna mukabil, kimi sanatçılar; yalnızca bilinen değil hayal edilen, hatta doğru bilinenin tam aksine, birtakım şeylerin de insanların yaşamını etkileyip-yönlendirmekte olduğunu, bilinç denen kavramın alt ve üstünün de bulunduğunu savladılar. pablo picasso, salvador dali gibi ressamlar, andre breton, paul eluard, Luis Aragones gibi yazın ustaları bu akımın öncü ve yakın takipçileri oldular.
- deli tahta, çok kısa ve sürrealist bir öykü denemesi.
kahramanlarını; bu tarzın genel karakteristiğine uygun olarak, bilinçaltlarında yarı oluşmuş veya henüz ham haldeki düşünce ve hislerle okuyucuya aktarmaya çalışmış. diğer bir deyimle; sadece bilinçaltlarında esen fırtınaları yansıtarak, karakterleri tanımlamayı ve analiz etmeyi okuyucuya bırakmış.
çoğunlukla fantastik öykü ya da romanlarla karıştırılan sürrealist öykü ya da romanlarda, gerçekliğin farklı bir yorumu vardır. buna karşın, fantastik eserlerde olduğu gibi doğaüstü olaylara veya gerçekdışı canlılara; olay ve o olayın kahramanları olarak değil, benzerleri şeklinde yer verilir.
-şöyle ki;
"...Sarı sarı akan şelale benzeri yapılar..."
- bu 'benzerlik' vurgulandıktan sonra öykünün devamında, şu şekilde yazılmasının da bir mahsuru yoktur;
"...bir gün öyle bir şey gördük ki tüm hayatımız yokuştan aşağı yöne meyillendi. 'Sarı sarı akan şelalerin' içinde bir ölü bedeni..."
- zira, artık bizler bilmekteyiz ki 'sarı sarı akan şelale benzeri yapılar' onlar. yani, pavyonların girişlerini süsleyen neon lambaları, bizzat şelalenin kendisi değil.
kavrayabildiğim kadarıyla, giriş bölümünde yazılanlar, şöylesi bir resmi nakşediyor beynimizde;
'güzel kadınlar-çirkin adamlar, yaya geçitleri-umumi tuvaletler, gündüz ve gece hayatıyla kültürpark... hep aynı... tekdüze... artık yeniliklerin yaşanmadığı haliyle adeta bir ölüden farksız; para, eğlence ve cinsel açlığın ortak noktası olan ve artık kimlere hitap ettiğini kendisi de şaşırmış olan pavyonlar... bir-bir geçiyorlar gözlerimizin önünden ve intibah sokağının ortasındaki ezilmiş bir kedinin cansız bedeniyle sorgulanmaya başlıyor yaşam... 'bir' kedi olması önemli zira, iki, üç, beş olsalar asıldan sapıp detaylarda boğulacağız... kafasını mı ezmiş, yoksa vücudunu mu çiğnemiş. teker oradan mı geçmiş, yoksa buradan mı gibi anlamsız detaylara kafa yoracağız. ölmüş işte! ne önemi var ki; ne zaman, nasıl, hangi şekilde ve şartlarda öldüğünün, bunu öğrenmenin o kediye ne faydası var, yaşamıyor ki artık. '
- ve şu detayı, unutmadan aklımızın bir köşesine yazıyoruz! " güzel kadınlar, çirkin adamlar."
- sanki biraz daha uzun olabilirmiş bu bölüm. ve daha derin ifadeler içeren sözcüklerle az daha allanıp-pullanmak istiyor gibi tümceler. yine de hoş, güzel ve akıcılar elbet!
- gelişme bölümü girizgahındaki şu tümceyi de ekliyoruz aklımızın aynı köşesine;
"...önemli olan sorgulamaksa frengileri, ölmekten pek de caymamak gerek yeri geldiği zaman..."
'bir kimsesiz ile bir megaloman yanyanadırlar şimdi...kimsesiz, bir megaloman olduğu için mi kimsesiz kalmıştır yoksa, konuşacak kimsesi olmadığından kendi kendisi ile konuşmaktan mı megaloman olmuş... bu, bizleri bilindik yumurta-tavuk, tavuk-yumurta sarmalına götürürken, aslında onlar; o kişinin bilinçaltındaki biri kimsesiz ve diğeri megaloman alt benlikleridir. sonraları bir de sözde deli katılacaktır aralarına ve sorgulayacaklardır bir konsomatrisin bedeninde; ölüyü ve yaşayanı.'
- şimdi! aklımızın aynı köşesine bunu ve şu son anektodu da aktaralım;
"...Öptüm elini, tam başıma koyacakken yapışık dudaklarıma fısıldadı son nefesini, ölmek dedi. Eee dedim. Ölmek dedi. Eee dedim, güzel kadınların sahip olmadığı tek şey dedi..."
- ve nakli yekun edelim ki başka bir paragrafa çıksın kıssadan hissemiz;
" güzel kadınlar, çirkin adamalar...önemli olan sorgulamaksa frengileri, ölmekten pek de caymamak gerek yeri geldiği zaman... bir konsomatris hergün bir yenisiyle tanıştığı erkeklerle ne kadar ölü ise erkekler de hergün pavyona gidip onunla birlikte olmayı arzulayan tekdüze akıllarıyla o kadar canlıdırlar" dedi; sözde deli benliğimiz.
- ve ölmek dedi; güzel kadınların sahip olamadığı tek şey...
biz yorumu böyle yaptık! başkası, başka türlüsünü de yapabilir şüphesiz. sürrealist öykülerin genel özelliği budur; geniş bir hayal dünyası içerisinde okuyucuya sayısız alternatifler sunarlar. okurken, hayal dünyanızın genişliğiyle bağlantılı, yazarın hiç düşünmediği, aklına dahi getirmediği okyanuslara yelken açarsınız. öyküleri, kahramanlarının kabiliyetlerini ve dahası, anafikirleri sizler yaratırsınız.
saaat'ın kısacık sürrealist öyküsünü, belki de onun misliyle fazla bir alanda, karınca-kararınca irdelemeğe, analiz etmeğe çalıştık. bundan önce fantastik öyküler gelmişti fakat bu öykü, bildiğim kadarıyla sürrealist türün ilk örneği ve biraz da onun için üzerinde fazlaca durma gereği hissettim.
- ne diyelim! ellerine sağlık saaat kardeşim! seninle şu "güvercinler ve meksika" hakkında da bir ara konuşmak isterim.