dün gibi hala.
bembeyaz teni, uzun boyu, örgü saçları, kırmızı, ince dudaklarıyla gencecikti, ki daha genciz kendisinden. bilirim ki okulun çoğu erkeğinin ilk aşkıydı o. hepsi platonik, kimsenin kimseye söylemeye cesaret edemediği sevgiliydi.
farklı okullardaydık, o liseye biz ortaokula gidiyorduk o zamanlar. folklör ekibini çalıştıran annesine yardıma gelirdi öğle araları,
bizim gözlerimiz yollarda.
önümüzdeki günlerde gerçekleşecek olan bayram törenini heyecanının yanında duyduğumuz öğle arası heyecanımızdı o. annesinin sert mizacına karşın yumuşak başlı, sakin, kibar ve ilgili tavrına mest oluyorduk. bayramı falan boşverdik birara, gözüne girebilmek içindi bütün çabamız.
ne figürler, ne oyunlar o şeyh şamil'de.
ben, diğer arkadaşlarımdan daha şanslıydım. babası babamın arkadaşı, annesi kardeşimin öğretmeniydi. ailecek görüşüyorduk. birkaç kere evlerine dahi gitmiştik akşam gezmesinde.
...
gün oldu, biz büyüdük, yeni aşklar edindik platonik sevdamızın sonrasında.
o gitti, üniversite sınavını kazanıp.
harp akademisine girmişti, havacı olacaktı. çok şaşırdım, o naiflikle nasıl yapacaktı orada? pek nadir görüştük sonrasında, hatırlamıyorum, belki de hiç görüşmedik.
çocukluktu, aşktı, sevdaydı. hangisi gerçek, hangisi yalandı bilemedik. ama yıllarca sevdik, aşkımız değildi artık, öz ablamız gibi sevdik.
mezun oldu, evlendi, anne oldu.
facebook'ta denk geldim, arkadaşlık teklifi gönderdim, kabul etti. ha bugün, ha yarın arayıp hatrını sorayım diyordum, sebepsizce erteledim.
dün akşam internette, gazetede, okudum.
"kadın üsteğmen canına kıydı" diye.
bütün gün içimde bir sıkıntı vardı.
acaba diyorum, ertelemeseydim,
"abla, nasılsın" deseydim, daha mutlu olur muydu?