ortaçağdan günümüze, önce kendileri daha sonra yeraltı zenginlikleri beyaz adamlarca sömürülen afrikalıların, bitmek-tükenmek bilmeyen çileleri, şimdilerde yaşanan kabile savaşları ve açlıkla olan mücadeleleri... kadın ve çocukların böylesi bir ortamda maruz kaldığı iğrenç muameleler... ve tüm bunların, kongolu sosyolog nosekeni'nin ağzından, tüm çıplaklığı ile; el bebek-gül bebek yetiştirilmiş genç fransız köşe yazarı elita'nın yüzüne bir tokat gibi çarpılması. belki de hayatında ilk kez, bir beyaz olmaktan dolayı çektiği büyük sıkıntı...
rüya avcısı, detaycı bir yazar. bu özelliğinden dolayı kendime çok benzetiyorum. öykülerimde benim de en çok eleştirildiğim konuların başında geliyor bu nitelik. olaysız geçen, sürükleyici olmayan, bilgi verme mahiyetindeki, aslında olabildiğince kısa tutulması gereken ve okuyucuyu bilhassa başlangıç bölümü gibi en riskli yerde öyküden koparabilecek, en azından motivasyonunu bozacak detaycı anlatımdan ne yazık ki vazgeçemiyoruz.
- kolay sanmayın! bu durum, bir yazar için sigara içmek, tırnak yemek kadar kötü ve vazgeçilmesi zor bir alışkanlıktır.
"bu defa aynı hataları yapmayacağım!" diye kendi kendinize sözler verir kafanızda kurguladığınız öyküyü kağıda dökmeye başlarsınız. öykü biter! baştan sona bir okursunuz; güzeldir lakin... aman demeyin! ne olur böyle söylemeyin! 'lakin', 'ama', 'fakat', 'şayet' türünden sözcükleri asla kullanmayın! zira, bu sözcükler etkilerini hep giriş bölümü üzerinde gösterirler. "şunu da ifade edeyim", "bunu da araya sıkıştırmam gerek", "falanca mutlaka olmalı", "filanca olmazsa olay anlaşılmıyor", "ötekisi illaki olacak!", "berikisi olmazsa olmaz!" derken bir bakarsınız; yazdıklarınız öykü değil hikaye olmuş ama bildiğiniz, düşündüğünüz gibi değil tam bir yılan hikayesi...
- zordur zor! ben kendimden biliyorum.
elita'nın da gazetedeki köşesinde bir çığır açmak ve adını duyurmak üzere içerisinde bulunduğu, kişisel çıkarlara odaklandırılmış, para ve kariyeri için her kapitalist ve günümüzde gizliden gizliye de körüklense emperyalist güdüler etkisindeki insanları; sağlı-sollu, sertçe tokatlayan, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" tavrında okunası bir öyküdür bu.
- işte! beyaz gazeteci elita'nın yüzünde patlayan sert bir tokat;
"...siz zamanında "siyah ırkı eğitmek için buradayız!" deyip bu bahaneyle kıtamızın her bir köşesini keşfe geldiniz. sonra dininizi tanıttınız; bizi kendinize bağlayacak ortak bir unsur aradanız çünkü bizim ham zenginliğimizi sömürebilmek için buna ihtiyacınız vardı. çok farklıydık! Siz beyaz bizse siyah! Ama siz Hıristiyan biz de Hıristiyan olunca işler biraz kolaylaşacaktı ve öyle de oldu!.."
- ...ve bir başkası;
"...tanrı beni bağışlasın, ne zaman isa'nın ve havarilerinin tasvirini görsem bize hiç benzemediğini ve bizden neden hiç bahsetmediğini düşünüyorum. Sanki sadece siz beyazların peygamberiymiş hissine kapılıyorum..."
- müthiş etkilendiğim ve defalarca okuduğum bir gözlem, indirici darbe;
"...madenlerimiz için buraya gelen beyazlar, bizi yönetebilmek için eskiden sınırların hiç olmadığı kıtamızda bizler adına, insanlık adına(!) sınırlar çizdiler; yetmedi ülkeler içinde insanları kabilelerine göre sınıflandırdılar. Ne kadar fark o kadar ayrım ne kadar ayrım o kadar kaos! bir kabileye siyasi ayrıcalıklar verilip diğer kabile hor görüldü derken düşmanlıklar iyice bilendi ve erkeklerin ellerine silah verildi, katliamlar karşı katliamları getirdi. şimdi bir zamanlar sınırları olmayan bu bölgelerde sınırlar çizilen alanlarda madenlerin kavgasına tutuştular. O da sömürgecilerin vereceği çok az miktar para için. Öyle bir tuzağa düşürüldüler ki ellerindeki madenleri savaşırken Avrupalılara kaptırdıklarını hiç fark etmediler. Savaşta olma 'nedenimiz' savaşmamızdan daha önemli, çünkü bu savaş bitse bu nedenler yüzünden tekrar başka bir iç savaş başlayacak..."
içerisinde ciddi tespitler barındıran, detaylı araştırma hatta belki gözlemlerin sonucu ortaya çıkarılmış ve benim çok beğendiğim bir öykü oldu bu! kesinlikle okumanızı tavsiye ederim; en azından afrika üzerine oynanmış ve oynanmakta olan oyunları, gerçekleri görebilmek için.
yazardan küçük bir isteğim var; öykülerle tiyatro oyun senaryoları arasındaki önemli fark, senaryolarda geçen diyaloglarda söylem sahibinin isminin yazılmasıdır. bu, oyuncuya, ezberlemesi gereken metni göstermek ve özellikle sahne provalarında, bıraktığı yere geri dönmesinde kolaylık sağlamak içindir ancak öykülerde, söylem sahibinin ismini yazmak okuyucuya yapılan bir kabalık olarak algılanır. zira, tümcelerin gelişinden kimin ne söyleyebileceği zaten bellidir. üstelik bu durum, okuma akıcılığını da kötü yönde etkiler.
"../..
Elita: inançlı mısınız?
Nosekeni: evet, inançlıyım.
Elita: hangi inançtansınız?
Nosekeni: siz Avrupalıların getirdiği din işte, hıristiyanım.
Elita: bunu neden böyle tepkili bir şekilde söylediniz?
../.."
- rüya avcısı, ellerine, aklına, yüreğine sağlık!
heyecan dolu safarileriyle anımsamaya alıştırıldığımız fakat gerçekte, insanlık onuruyla bağdaşmayacak iğrençliklerin yaşandığı afrika'nın öbür yüzünü, beyaz adamın kirlettiği yüzünü tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdiğin için...
"diğer kabilenin erkekleri tarafından ard-arda, vahşice tecavüz edildiğinden kalça kemiği kırılmış bir afrikalı kadın" ı bizlere tanıştırdığın için...
kapitalistlerin/emperyalistlerin yüzü manda gönündendir. döktükleri göz yaşları ise çoğunlukla bir timsahınkine eşdeğer. dolayısı ile onlardan bir utanma, hicap duyma beklentimiz olmaz. olsa da tatlı bir hayal olur zaten! bizlerin, bu tür realist öykülerle etkileyebileceklerimiz; bertold* ustanın da dediği gibi "...henüz insan olduğunu unutmamış, vicdan müessesesine kilit vurmamış, yüreğinde hissettiğini gözünden yaş olarak dökebilen...", vahşi kapitalizmin eşiğindeki, "benden sonra tufan" deyip-dememe noktasında olan kişilerdir.
az kişi deyip geçmemek, asla! azımsamamak gerek. koskoca ülkeleri yönetenler kim bir düşünün hele, bir avuç insan değil mi? eh! bizler içerisinden de gün gelir beyaz atlı bir cengaver çıkar elbet! ağzından ateşler saçan ejderhayı kılıcıyla dize getirip peri padişahının kızıyla evlenir de dünyaya kral olur. herkesi eşit kılar, sınırları kaldırır da bizler de o kral adamın dünya ocağında kardeşçe yaşar, hakça paylaşırız üretileni.
- aah! ah! sol elim... yine sen geldin aklıma birden, bilmem ki neden?