arbutus unedo

entry420 galeri
    46.
  1. arka arkaya gelen askeri başarısızlıklar yüzünden sadrazamlar ve vezirler (sonrasında nazırlar) habire değiştirilse de aslında işler "hoca ali, ali hoca" şeklinde yürüyordu. gidenle gelen arasında çaldıklarının miktarı veya adı dışında bir değişiklik yoktu. devletin en tepesinde hayatı boyunca bir satır dünya klasiği okumamış, parmak hesabı dahi yapamayan köylü kurnazları vardı. şimdi uzaktan uzaktan ağızlarımız sulanarak seyrettiğimiz yalılar konaklar o devrin istanbul'u için yöreye açılmış fabrikalar gibiydi. bir vüzera konağında yanaşmalar, hademeler, uzak yakın akrabalar, muhafızlar derken yüzlerle insan bulunur buraları hem devlet dairesi hem de bir karargah gibiydi. çoğu zamanlar bu konaklar istanbul'a yakın (şimdilerde istanbul içi bu yerler) ama tenha eski çiftlik arazilerine ya da azınlık vakıflarının arazilerine kurulurdu. bu konakların inşaası yöre semt veya köy için bir nimetti. bostancısı, kasabı, mandırası sair esnafı hemen bu yeni konağın etrafına kümelenir bundan geçim sağlardı. konak sahibi paşanın azli veya sürgünü sözkonusu ise semt sakinleri ve köylüler nümayiş yapıp, padişaha arz-ı hal edip paşayı görevde tutmaya çalışırlardı. hala 3 kıtada toprakları olan koca imparatorluğun idarecilerini bir mahallenin halkının sözleri yerinde tutabiliyordu pek çok zaman. osmanlı neden çöktü diye çok da düşünmemek lazım yani. belediye yönetir gibi imparatorluk yönetmenin sonucu elbet parlak olmayacaktı.

    bu paşa konakları türk edebiyatında bazı ucuz romanlara klişeler sağlamak dışında faydası olmayan kurumlardı. içeride çoğu zaman ecnebi hanımların piyano çalıp, danslı salon eğlenceleri tertiplediği bu konaklar ramazanda, cülus yıldönümlerinde kurbanda harçlık, iftar vesilesi olur civar halkı avanta ve hediye ile kendine bağlardı. oysa avrupada imparatorlar, kraliçeler bile fabrikalar açıyor ülkesinde üretilmeyen porselenden askeri mühimmata, kumaştan tıbbi malzemeye kadar bir çok ihtiyacın ülke sınırları dahilinde karşılanması için kendilerini parçalıyorlardı. 18. ve 19. yüzyıl müziğin altın çağı olmuştur gene benzer sebeplerden. avrupa aristokrasisi ve bürokrasisi saraylarında besteciler ağırlayıp yazdıkları eserlere ve bestecilere, kompozitörlere hamilik ederken bizim devlet erkânımız fasıl & işret düzeyinden öte geçememiştir. anlatıla anlatıla bitirilemeyen direklerarası (şehzadebaşı) ve pera (beyoğlu) kültürü aslında günümüzdeki pavyoncu/alemci kültürüne denk düşer. kültürle sanatla, seçkinlikle falan alakası yoktur.

    pozitivizmin şaha kalktığı 18. yüzyıl boyunca kıçını nasıl yıkayacağını tartışan osmanlı bilim çevreleri (çok abartılan ulema'dan bahsediyorum) sanayi devriminin sonuçları karşısında tren görmüş kızılderili kabileleri gibi baka kaldılar doğal olarak. zırhlı kruvazörleri gördüğümüzde toplumda o kadar büyük bir hayal kırıklığı ve şok yaşandı ki yaptığımız dünyanın en büyük savaş gemisi olan mahmudiye firkateynini çürümeye bıraktık... çünkü biz bunu yaptığımızda dünya artık başka bir çağa geçmişti. topçu birliklerimizi ıslah etmek için transfer edilen bir fransız baron'un hatıratı o dönem ne halde olduğumuza dair nefis ipuçları verir. kendisine yardımcı bir osmanlı vatandaşı seçmek ister izin vermezler. 3 tane paşazade tosunu bulup getirirler bir yerlerden. hiç olmazsa bir imtihan edeyim der. sınavda sorduğu sorulardan biri "müsellesin dahili zaviyelerinin yekünü" yani üçgenin içaçılarının toplamıdır. gelen 3 paşazadeden ikisi cevap veremez diğeri de "üçgenine göre değişir" der. işte ta o zamanlardan övündüğümüz "türk zekası" diye göklere çıkardığımız şark kurnazlığı... bugün aselsan, tübitak veya roketsan'da da durum bundan çok farklı değildir.

    Son bir örnek ise kavalalı mehmet ali paşa isyanından devletin içinde bulunduğu acınası durum için; nizip'de karşılaşacakları kavalalı üzerine yürüyen iki osmanlı veziri istanbul'dan yola çıkarlar. ordu tuzla tarafında konakladığında hayatında saraydan çıkmamış vezir diğerine inanılmaz bir soru sorar "efendim şu ana kadar geçtiğimiz toprakların hepsi padişahımız efendimizin midir?" evet yanıtını alınca samimi bir hayretle ağzından "o zaman bu mehmet ali denen baldırı çıplak ile ne diye muhatap oluyoruz ki? verelim gitsin nereyi istiyorsa"...

    istanbulun 50 kilometre ötesini "dünya" zanneden bir karacahil sürüsüydü yeni osmanlı eliti...

    devam edecek.
    3 ...