sinema dilinin söz değil de görüntü olduğunu ve bu sanatın ancak o minval üzerine icra edilebileceğini ifade etmeye çalışan ender yönetmenlerden biridir. elbette kim ki duk gibi bir usta bu kategorinin başını çeker. bu nokta sinemayı edebiyattan ayıran en önemli noktadır: diyaloglar (söz) ve görüntü. ama bununla şu anlaşılmasın hadi hiç diyalogun olmadığı filmler çevirelim. sofia coppola'nın başardığı şey bir çok diyalogu görüntünün içinden veriyor olmasıdır. özellikle lost in translation da bu yöntem sonuna kadar kullanılmıştır.
aynı sorun müzikte daha bir göze çarpmaktadır. şarkı sözlerinin bestenin önünde ilerlediği o kadar çok parça var ki...
bana göre bunun çok basit bir açıklaması vardır: şarkı sözlerinin çoğu nasıl ki o parçanın pazarlanması için özenle hazırlanıyorsa, sinemada da diyologlar, bir çok film için, filmin anlaşılması ya da filmi daha cazip kılması açısından tam da şarkı sözleri muamelesiyle yazılır.
okuma-yazma öğrenmek için fişlerin kaldırıldığı bir dönemde, sinemanın ısrarla çoğu filmlerdeki gereksiz bir çok diyalogu gözlerimize bir fiş edasıyla sokması nereye kadar gider bilinmiyor. ama sofia coppola ve kim ki duk gibi yönetmenlerin sayısının artması bu yaraya biraz da olsa merhem oluyor sanırım.