sözlükçülerin başından geçen doğaüstü olaylar

entry220 galeri
    96.
  1. askerliğimi x şehrinde yaptım. ilk bir haftadan sonra beni şehrin dağ başındaki dış karakol diye tabir ettiğimiz y karakoluna verdiler. karakolda 40 askerdik. 5 de rütbeli vardı toplamda 45 kişiydik. karakol dağlık bir köyün hemencecik üst tarafına kurulmuştu. köy dediğim ise 5 evden ibaretti fakat bu köy boştu. köy sakinleri birazdan anlatacağım olaylar nedeniyle yıllar önce bağlarını bahçelerini bırakıp göçmüşler.

    karakola ilk gittiğimde askerlerle tanışma faslından sonra köydeki evlerin neden boş olduğunu sordum. askerler bana rivayete göre zamanında bu köyde doğaüstü olaylar meydana geldiği için köylülerin köylerini terkedip gittiklerini anlattılar. hiç inanmadım çünkü anlatılanlara bakılırsa köyde cinler varmış ve bu cinler zaman zaman karakola da musallat olurlarmış. bu tür olaylara kendimi bildim bileli inanmamışımdır.

    karakolda bir nöbet kulübesi vardı. bu kulübede nöbet tutulmazdı. kulübenin içine girdiğinizde kulübenin iç duvarlarında kan izleri vardı. bu kanlar ise köylüler köylerini terketmeden 1 yıl önce, kulübede nöbet tutarken esrarengiz bir şekilde ölen bir askere aitmiş. bu askerin nasıl öldüğünü adli tıp bile açıklayamamış ve ölüm nedenine bilinmiyor denilerek askerin cenazesi ailesine teslim edilmiş. bu asker komutanın en sevdiği ,en cengaver, en yiğit, en gözüpek asker olduğundan karakol komutanı o askerin anısına saygı olması hasebiyle duvarlardaki kanları sildirmemiş. ve birazdan okuyacağınız nedenlerden dolayı da kimseye o kulübede nöbet tutturulmazdı.

    bu köyün eski sakinlerinden ismi seyfi olan yaşlı bir amca vardı. bu amca her eylül ayında gelir bahçesindeki elmaları toplar gidermiş .ak sakallı sağ ayağı aksak bir amcaydı( bu ayrıntıya dikkat edin unutmayın).elmaları toplarken kendisine o kadar teklif etmemize rağmen yardımlarımızı kabul etmezdi. ve enteresandır seyfi amca o nur yüzüne rağmen bir tek elma vermezdi bize.

    köyde onlarca elma ağacı vardı toplasan belki bir kamyon elma çıkardı ama bu amca köyden ayrılırken sırtında bir torba elmayla giderdi. diğer elmaları ise bize vereceğine köydeki evinde bırakırdı. biz o elmaların orada çürüyüp gittiğine hayıflanıyorduk ( bu ayrıntıya da dikkat lütfen. ne alaka der dediğinizi duyar gibiyim ). kendisinden istediğimizde; asla vermem bu elma ağaçlarının hepsini ben diktim ben emek verdim kimseye koklatmam diyordu. sakın ola ben gittikten sonra evime girip elmalarımı yemeyin helal etmem diyordu. hoş helal etse ne olacak köye girmeye cesaretimiz mi vardı sanki?

    karakoldaki ilk nöbetim karakola vardığım günün 2 gün sonrasıydı. yeni asker olduğum için yazıcı bana gece nöbeti kitlemişti. şubat ayındaydık ve buz gibi havada kaderime razı olarak 2-4 nöbetimi tutmak üzere kulübeye gittim. nöbet kulübesinde yalnız kaldığım için sağlıklı ve rahat düşünmek açısından 2 saatlik vaktimin olması beni o kış soğuğunda az da olsa teselli etmişti. Karakol nöbetçi subayının uyuduğu bilgisini aldığım için rahattım o yüzden bir sigara yakıp bu esrarengiz köye dalarak olaylara ve köye anlam vermeye çalıştım. Karakolun projektörleri köye vurduğundan köydeki evleri rahatça görebiliyordum. Zaten köy hemen dibimizdeydi. Dikkatimi çeken bir şey oldu köydeki evlerin perdeleri yoktu ama bir evin perdeleri vardı. Oysa evini taşıyan bir aile evin perdelerini de götürmeli diye düşünürken belki perdeler eskiymiş de o yüzden götürmemişlerdir düşüncesi geçti aklımdan ve bu daha mantıklı geldi bana. ilk nöbetim bunları düşünerek geçti.

    Şimdi efendim demin bahsettiğim, içerisinde askerin ölü bulunduğu kulübeden bahsedeceğim. Bu kulübeye kısaca kanlı kulübe diyelim. Bu kulübenin olduğu bölgedeki projektör çalışmazdı. Ve komutanımız da gerek duymadığı için projektörü yaptırmamıştı. Bu kulübe karakolun köye en yakın olduğu köşede bulunur. Ölen asker haziran ayında ölmüş. Bu kulübeden yaz aylarında her gece çocuk ağlamasına benzer belli belirsiz sesler gelirmiş. Bu arada ölen askerin adı hakan. Askerler de bunu hakanın ruhu orada ağlıyor diye yorumlarlarmış. Kış mevsiminde olduğumuz için yazı dört gözle bekliyordum. Bu saçma sapan hikayelere son vermeliyim askerleri bu kuruntulardan kurtarmalıyım diyordum. Cüneyt arkıncılık oynamaya niyeti bozmuştum. Aradan 4 ay geçti ve haziran ayı geldi. Tabi ben hala alt devre sayıldığımdan gece nöbetlerine devam ediyordum. Çok iyi hatırlıyorum günlerden 5 hazirandı. Gece 00-02 nöbetiydi. Günlerdir pür dikkat beklediğim o ses nihayet geldi. Evet bir çocuk ağlıyordu. Ama bu imkansızdı. O anlatılanlar nasıl olur da gerçekleşebilirdi.? Çocuktan korkmuyordum elbette, korkumun nedeni imkansız bir olayın vuku bulmasıydı. Nöbet yerini terkedip kaçmak geldi aklıma ama alacağım cezalar beni bu geçici çözüm fikrimden caydırdı. 10 dakika sonra sesler kesilmişti ama benim korkudan tir tir titremem kesilmemişti. Nöbet bittikten sonra içeriye girip diğer askerlere sordum onların nöbet kulübeleri kanlı kulübeden uzak kaldığı için ağlama seslerini duymamışlardı. O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım.

    Ertesi gün karakol bahçesinde gezerken köye dalıp derin düşüncelere daldım. Perdeli ev kafamı kurcalıyordu. Bu arada perdeli ev karakola yüz metre uzaklıktaydı. O eve dikkatle baktığımda karakola taraf olan odanın perdesinin yarıya kadar çekili olduğunu farkettim. Hemen 2 arkadaşı çağırıp onlara da gösterdim ve olayı anlattım onlar ise bunun her zaman meydana gelen sıradan bir olay olduğunu söylediler. Onlara göre bunu köyde yaşayan cinler yapıyormuş. Onlar gittikten sonra evin o odasına dikkatle baktığımda içeride belli belirsiz bir karaltının geçtiğini farkettim. Cinler var mıydı gerçekten? Neydi tüm bu başıma gelenler. Bir sonraki entrye bunları paylaşırım elbette fakat merak edenlerin sayısının çokluğu da bu konuda etkili olacaktır.
    6 ...