Öyle bir film ki başta kıl olduğum bir karaktere sonunda hayran bırakmayı başarıyor. Peki bunu nasıl yapıyor? inanılmaz bir senaryo ile tabii ki. Amerikalılar bu filmi pek normal olarak görüyormuş. Kendileri çekse acaba aynı şeyi düşünürler mi merak konusu. Boşuna da merak etmeyin. The Hurt Locker'a Oscar'ı yapıştıranlardan herşey beklenir. Böyle güzel bir film sayesinde birçok şeye karşı bakış açım değişti. Bu da yetmedi ama bana, filmin sonunda dumur oldum. Bir sanat filmi olduğu kesin. Ama bunu sanat olsun torba dolsun diye değil gerçek bir bakış açısıyla anlatmışlar. Sosyalizme dair çokça şey var. Duvar yıkıldığı an da aslında özgürlük ve sanatın önünün açılmasından bahsediliyor. Bunları da baştan kötü gözüken bir adam ile gözümüze sokuyorlar.
Hauptmann her duyguyu canlandırdı bende. Aslında o soğukkanlı adamdan hiç beklemediğim şeyler aldım filmde. insanın gerçek görüntüsünden ne kadar uzak olabileceğinin bir resmi gibiydi adeta. Sanata ve sanatçıya karşı bir duruş sergiliyordu belki de, kim bilir. Filmde de beni en çok etkileyen karakter olmayı başardı. Fakat yaptıklarıyla değil, hissettikleriyle.
Baskının altından kalkmak her zaman zordur. Doğu Almanya Hükümeti bunu zamanında hissettirdi fazlasıyla çoğu insana. Demokratik ve özgürlük düşünceleri sanatçı ağırlıklıydı. Ancak fikirlerin önüne hiçbir şey geçemiyor. Bütün baskı rejimleri zorlamalarla birşeyler olacağını sanmıştır çoğu zaman. Öyle ki filmde insanlar intihar kitaplarıyla göz göze geliyorlar. Ne kadar zorlayıcı olduklarının sadece bir göstergesi.
2006 yapımı film mutlaka izlenmesi gerekenlerden.. Çok farklı pencereden alabildiğine yaşam yumağı. Bunu çok güzel bir dille anlatıp sonlarına doğru kurgu parçasını ortaya sermiş. Film bittikten sonra çok yoğun duygular hissedebilirsiniz. Şu kare filmi izlerken çok şey ifade edecektir.