"hayat kısa,kuşlar uçuyor."diyordu süreya , bu güz ne öyleyse?
hayat artık kısa değil,günler rezil,nikotin...uçmuyor kuşlar da...aylardan bir göz seğirmesi,yıllardan saçını bağladığın o küçücük toka.
ekim dedin,kalmaz mı aklım?eylül'ü saymıyorum...ikisi ayrı bela!ikisi ayrı kızıl!
ben hiç bilmem nedendir,çok canım sıkıldığında dışarıdaysam ve yakınlarındaysam eğer tren garına gider bir sigara içerim.hatta bir keresinde öyle üzünç kusuyordum ki, kendimi aslında hiç de güzergahım üzerinde bulunmayan o yerde buldum.bir banka oturdum,elimin teki cebimde...seyrettim gelenin sevişini,gidenin sövüşünü...bana benzeyen birisini aradıysam belki.koşan... sadece koşan,umarsızca,elinde küçük valiz(yaşamaya yetecek bir kaç anı sıkıştırılmış olan hani, bir de kazak),kaçmasın diye tren nefes nefese koşan...yetiştiğindeyse nereye gittini anlamayan,niye bunu yaptığını anlamayan bir sürü insan var orada.benim gibi...hatta birşeyi sırf yapılması istenildiğinden yapan kendi duruşuyla,iradesiyle,aklıyla,hevesiyle,düşüyle bağını koparmış kendi olmaya çalıştıkça kendinden bir şehir gibi uzaklaşmış hatta bazen benliğinden ölesiye utanmış bir sürü insan...
sen gitme ama oralara bu düşüncelerle,böyle bakma insanlara...ipi sökülmüş,düşmeye yakın gömlek düğmesi gözünü almasın,iliğinde kendini arama. trenin raylarda çıkardığı o sıkışmış,havasız,kuru ses kulaklarını patlatabilir.böyle olmasın diye hiç tanımadığın, pencere kenarı bir adama el sallayabilirsin orada oluşuna bir anlam katmak için.gördüğün tablo seni gardan çıktığında aynı kişi yapmayabilir.
sen böyle güzelsin,öyle berraksın ki bir "yeşil"i kıskandıracak kadar,bir "mavi"nin üstünü eflatunla örtecek kadar!hatırlatacak kadar şimdi unutulmuş bir nisan akşamını,akdeniz'de portakal çiçeği kokularını...
ruhun müzikte bilinmeyen bir nota bu ekim'de bilmez miyim,gözlerin bir sokak kedisi gibi yitik bakıyor ne zamandır.birşey kaybetmiş de bulamıyormuş gibi...
"korkunçtur insan olmaları güz ortalarında, eriyen türbe
ışıklarında
ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan
olmalarıyla
korkunçtur korkunç!
diyerek: ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum
ayrıca
neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
tüketen kim. hani görmeden daha, sezmeden her şeyin bittiğini
ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz
inceliği
ansızın bir ürperişte: bitti mi herşey bitti mi
yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
birakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, yada bir boşluğu bırakır
gibi
ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba."cansever
2012 güneşin ekim için doğurduğu son gün / akdeniz'de bir yer.