Evet sevgili arkadaşlar. Artık bir kısım yazarın hatoret'in 00:00 itiraflarını beklediğini biliyorum. Itiraflarımda ki ana konular genellikle çocukluk anılarım olduğundan bir küçük öykü denemesi de soylenilebilir. Özel mesaj yolu ile tebrik yollayanlara teşekkür ederek bugünün itirafına geçiyorum.
bugünkü itirafım yine bir hırsızlık anısı ile ilgili. Sene yine 93 veya 94. At uzmanı ve bilo'yu biliyorsunuz. Ama bugün onlar yok sevgili arkadaşlar. Nerdelerdi o gün, neden beraber değildik bilmiyorum ama ayıboğan ve ben çok sıkılmıştık. o yaz tavla oynamayı öğrenmiştik. Fakat bir problem vardı. Oynayacak bir tavlamız yoktu. Genelde büyüklerin oynadığı tavlada oynardık ama onlar geldiği zaman hemen bırakmak zorunda kalıyorduk ve bu durum acayip derecede rahatsız ediyordu bizi. Buna çare ise ayıboğan'ın kardeşi süslü'den geldi. Ayıboğan'la bu konudan dert yanarken süslü bir komşumuzda tavla olduğunu söyledi. Yalnız bir problem vardı. O komşumuz benim amcamdı. Vefat etmişti ve aile eşrafı vefattan sonra istanbul'a göçmüştü. Tabi süslü'ye birşey çaktırmadan ayıboğan ve ben amcamın evinin yakınında mevzi aldık. Ev ahşap bir yapı. Ahşap yapılarda evin enaz üç tarafı boylama balkondur. Ve evde yaşayan yoksa o balkonlar da tahta ile kapalıdır. Ayrıca balkon ile çatı arasında otuz kırk santim boşluk bulunur. Ayıboğan lakabı ile gayet müstesna bir yapıya sahip olduğu için o boşluktan içeri girme görevi naçizane dostunuz bana kalmakta idi. Derken efendim içeri girdim. Şimdi asıl soru kapkaranlik bir evde tavlayı nasıl bulacaktım? Nerde olurdu acaba? Ahşap olduğu için tahta aralarından az da olsa ışık geliyordu ama kabul edersiniz ki çocuktum ve korkmaya da başlamıştım biraz. Vitrin gibi bir nesnenin cekmecesini çeker çekmez birşeyin elime dokunup aşağı atlaması ise kalp atışlarımın bir süre durmasına neden oldu. Amına kodumun faresi girecek başka yer bulamadın mı diye küfürler savurarak kanepe altları, raf üstleri felan aramaya devam ettim. Ve en sonunda izbe bir köşede sahibini bekleyen tavlayi gördüm. Aldığım gibi girdiğim boşluğa gittim. Ayıboğan'la evden çıktığımız gibi direkt o amcamların samanlıga geçtik ve abartısız güneş batana kadar tavla oynadık. Eve giderken yarın tekrar aynı yerde buluşmak üzere tavlayi samanlıkta kalan az bi ot parçasının altına koydum. Ertesi gün uyanınca aklıma hemen tavla geldi. Kahvaltıyı alelacele yapıp samanlıga gittim. Gitmemle hayalkırıklığı ile tanışmam bir oldu arkadaşlar. Diğer amcam kendi samanlığı dolduğu için otları getirmiş ve o amcamın samanlığına döküyor kamyon ile. Kısa süre sonra ayıboğan'da geldi. O esnada otların sahibi amcamın karısı bize gelin çocuklar pasta yaptım yersiniz dedi. Yapacak birşey kalmadığından gidelim de bari zaman geçsin dedik. Eve gittik ki ne görelim. Bir masa. Masanın üzerinde pasta tepsisi. Onun yanında bizim tavlamız. Amcam bulmuş tavlayi ve eve getirmiş. Adaletini sikeyim dünya küfrünün literatürümüze girme günü o gündür. Sen çalış, riske gir, hayvanatlarla savaş, ama prenses, amcanin kollarına girsin. Neyse efendim o yaz yine büyüklerin yanında yancılık yaparak geçti. Onlar olmayınca da kısa kısa oynadık tavlamızı. Amcam mi? Aradan yirmi yıl geçti ve halen daha o tavla ile nispet yaparcasına oynuyor. Arada bir bana diyor gel oynayalım diye ama yeminim var arkadaşlar. O tavla ile oynamam artık. Ben onun benim olabilme ihtimalini sevmiştim. Bu konuda bugünlük yazacaklarım bu kadar. Iyi geceler.