Aslında bizim başımıza dinle ilgili cumhuriyet sonrası tüm gelenler bizden ziyade coğrafi konumumuzla ilgili.
Elbette bunda geçmişimizin de rolü fazla. Yani yaklaşık 400 sene islam halifesi olmuş bir imparatorluğun ülkesi idik.
Ama cumhuriyet sonrasında işler değişti.
ikinci dünya savaşı sonrası dünya üzerinde belirgin iki süper güç kaldı:
Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Rusya.
Cumhuriyet sonrasında ise yapılan tam bağımsız ülke olma coşkusu tüm hızıyle devam ediyordu.
1964 yılında ülkemiz tam sola doğru koşarcasına kayıyordu.
27 Mayıs'ta devrim yapıldı. Aslında bu da bir askeri ihtilaldi ama dünya üzerinde sosyal hakları bu kadar savunan bir askeri darbe az görülmüştür.
Bu darbenin ardından memur sendikalarının kurulması yasalaştırıldı.(Düşünün ki şimdi yok. 45 yıl öncesinde, bir askeri darbe neticesinde var olan haklarımıza hala sahip değiliz.)
1965 yılında Süleyman Demirel önderliğindeki Adalet Partisi tek başına iktidar olmuş olmasına rağmen Türkiye işçi Partisi meclise 15 milletvekili sokabilmiş ve bunlar son derece aktiftiler.
O zamanlar bu durum "sosyalistler mecliste" şeklinde nitelendiriliyordu.
Bugünün üniversite gençliği son derece apolitik iken 1966 yılının üniversite gençliği Amerikan denizcilerini Dolmabahçe Rıhtımı'ndan denize döktüler.
Türkiye'mizin ekonomisi sıkışmıştı ve iktidar bunu, Sovyet kartını kullanarak Washington'u yumuşatmayı hedefliyordu.
Nitekim bunu başardılar da...
Demirel'in 1967 yılında yaptığı Moskova seyati sonrasında taraflar belirlendi.
Ekonomik olarak yeni imkanlar sağlandı, Onbeş milletvekili ile meclisi çalışamaz hale getirmiş olan Türkiye işçi partisi'nin bir nevi kellesi alınmış oldu.
Bu tarihten sonra Türkiye işçi Partisi toplantıları basılmaya başlandı. Gazeteci ilhami Soysal dövülerek bu kesime gözdağı da verilmiş oldu.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural'ın "Amerika'yı sevmemek komünistliktir" dediği dönemlerdi.
Ordu da rejimi savunmak adına sola saldırmaya başladı.
Bu dönemde Ordu Washington'a daha çok yaklaştı ve sola karşı şiddet yanlısı dinci örgütlenmeleri özendirdi.
Ardından gelen günlerde tam bağımsız Türkiye'yi savunmak için bedenlerini ortaya koyan gençlerimiz, başta Deniz Gezmiş ve arkadaşları olmak üzere asılarak cezalandırıldı.
Neyse... Tarih tarih gitmeyelim...
Sözün özü şu ki iktidarlar ABD'ye yakınlaşmak için sistematik bir şekilde dini kullanarak çalıştı.
Bu bir lideri kesinlikle kapsayan bir süreç değildir.
Bu süreci ayrı bir isimle anmak gerekecektir, bunu da gelecekte tarihçiler yapar.
Ama şu şekilde özetleyebiliriz:
Bugün iktidarda AKP var. AKP'nin toplantılarında,kurultaylarında, liderinin deyişlerinde görmüşüzdür.
3 önemli liderden bahsederler: Adnan Menderes, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan...
Sırasıyla ele alırsak
Adnan Menderes, kendi dilimizle ibadetimizi engelledi. Arapçayı kutsal bir olgu gibi algılamamızı sağladı. Bununla birlikte ülkemizde gizli Amerikan üslerinin kurulması da Menderes zamanındadır. Gizlidir bu üsler ama açıkça kurdurulmuştur. Ayrıca Said-i Nursi'yi harekete geçirmişlerdir. Ülkemizde aslen yeşil bayrak açıldığı dönemdir. Onun döneminde Amerika adına patronumuz Dış ilişkiler bakanı John Foster Dulles'dı.
Turgut özal'a gelirsek... Fethullah Gülen'i örgütleyen ve gerektiğinde Köşk'te saklayan isimdir Turgut Özal. Takunyalı kesimin başbakanlığı işgal edebildiği dönemlerdi bunlar. Başta Nakşibendiler olmak üzere tarikatların üzerindeki küller temizlenmeye başlanmış ve alttan alttan üfleyerek korlandırılmaya başlanmıştı. Ama seviye de atlamıştık. Artık patronumuz ABD başkanı George Bush'du.
Recep Tayyip Erdoğan'a geldik nihayet. Aslında günümüzde bu dönemi çözmek çok da kolay değil. Ve belki de ABD dünya tarihinin en büyük terör saldırısını 11 Eylül 2001'de yaşamamış olmasaydı bugün başka bir Türkiye'de yaşıyor olacaktık. Ama olaylar bir kez daha Türkiye üzerinden din kartının oynanmasını gerekli kaldı.
Şimdi ise...Yobazlık aldı başını gidiyor. Bundan kimsenin şüphesi olmaması lazım. Ne hikmetse Fethullah Gülen 10 yıllık AKP iktidarı döneminde Amerika Birleşik Devletleri'nden gelemedi. Kendini dine adamış görünen bir insan ne hikmet ezanı bile cd'den dinleyebileceği, katolik dünyasının önde gelen ülkesinde, bir süper güçte bulunmayı tercih ediyordu. Bu son süreçte başımız Obama oldu ve en azından bir dört beş yıl daha da o kalacak gibi. Başbakanımız hiç bir ülkeyi ziyaret etmediği kadar, yaklaşık 20 kez ABD seyahati yaptı. Sonuç olarak Dinciler, dinci görünen yüzlerini ABD'ye döndüler, döneceklerdir de... Çünkü dönmek süreçten de anlayacağınız üzere adetleridir.
Son söz olarak... Ülkemizde din kartının oynanmasının kaynağı her ne kadar sola kaymak üzere olan, yani komünist olmasından korkulan Türkiye'yi kollamak olduysa da bugün aynı kart başka bir amaç için yeniden kullanılmaktadır. Aslolan ise AKP'lisi, CHP'lisi, MHP'lisi ya da bilmem hangi partisine oy vereni farketmez; her bireyin ülkesinin, ülkemizin tam bağımsız olmasından yana tavır koyma gerekliliğini görebilmesidir. Neden kendi kendisine yetebilen bir ülke olmaktan koştura koştura uzaklaştırıldığımızı gerektiğinde oy, gerektiğinde gönül verdiklerine sorabilmesidir.