lost in translation

entry62 galeri
    44.
  1. Film öncelikle çok iyi bir açılış sahnesiyle geliyor. Orada içim bir ferahladı, huzuru bedenimde hissettim adeta. Ancak sonrasında beklemediğim bir gerçeklikle umduğumu bulamadım. Filmin anlatmak istedikleri çok yalın, sade, gösterişsiz bir dille anlatılmış. Ancak bana göre gerçekçi kalıbına oturtmak yanlış. Çünkü gerçekçilik çerçevesinden baktığımızda oradan bana pek el sallamadı. Bir iki sahne dışında tabii. Scarlett ve Bill'in oyunculuğuna da şapka çıkarmayanı dövüyoruz.

    Japonya'da çekilme sebebi de zaten yalnız olan insanların hallerine daha da yalnızlık katmak. Evli olduğunuz insana da derdinizi anlatamayınca hal içler acısı oluyor. Bob ve Charlotte arasındaki ilişkide hep bir doruk noktası, ateşli bir birliktelik bekleniyor. Ama olmuyor, izleyici açısından beklenen patlama bir türlü yaşanmıyor. Çünkü izleyiciler hayatta yaşanmamış bir durum arıyorlar filmde. O noktada buluşamayınca sıkılma veya filmde kendini kaybetme hissi oluşuyor. Evet çoğu izleyicide böyle. Gerçekçiliğini vurgulayacağı ve beğendiğim kısımda bu. Aslında tek kısım bu bölümleri içermekte. Çünkü bazı bölümlere bakıldığında hiç de o sandığınız gerçekçiliği bulamazsınız. Ondan eser yoktur. Sürükleyici ya da akıcı bir anlatım da gerçekleşmezse o zaman sıkıntılı süreç başlıyor 'yapım' için. Benim için başlamaz, kapatır başka film izlerim. Filmin gerçekçi olduğunu söyleyenler genelde filmde kendilerini kaybettiklerini söylüyorlar. Zaten ulaşamadığınız bir gerçeklik var orada. Sizin arzulayıp da elde edemeyeceğiniz bir gerçeklik. Bu da gerçek olma çizgisinden kendini oldukça uzaklaştırıyor. O kadar yaş farkı olmasına rağmen Charlotte karakterinin yaşadıkları gerçek olabilir mi? Belki, bazı insanlar için. Peki Bob karakterinin yerinde olsaydınız bir öpücük ile olayı bitirirmiydiniz? Belki, yine bazıları için. Yani bu sapmalar ve ayrımlar gerçekçi olmanın hedefini bakış açısıyla yönlendiriyor. O yüzden bu filmi gerçekçi değil diye nitelendirip, beğenmeyenlere de çamur atmayınız. Özgün senaryo olayı çok farklı. Woody Allen'ın Midnight in Paris'i de özgün bir senaryo.. Anlattığı şeyi de akıcı olarak anlatıyor. Geçmişe bağlanma kaygısının ne kadar gereksiz olduğu masalsı bir dille anlatılıyor. O film daha gerçekçidir orası ayrı.

    Sonuç olarak bu filmi izlediğiniz anda sade ve gerçekçi bir film olduğu için sevebilirsiniz. Ancak gerçekçi olan hayatlarımız da bile her zaman bir doruk noktası ve tempo olmuştur. Buna tabii ki anlatım tarzı da katılmalı. Film bana göre fazlasıyla sıradan. Coppola'ya sevgilerle.
    0 ...