gözle görülen, elle tutulan, ironinin ne olduğunu bilmeyenlere bile ironiyi öğreten mantık hatalarıdır.
28 şubat darbesinin ardından, uzun süre, dindar çizgide yayın yapan gazetelerin, tvlerin orduya ait yerlere sokulmamasına haklı olarak tepki göstermesine rağmen, aynısı 30 eylül'deki akp kongresinde kendisinin,muhalif gazete ve tvleri kongreye almayarak yapması. gazete ve tvlerin kongreye neden alınmadığı sorusuna ise "almak zorunda mıyım kardeşim" cevabını vermesi.
"haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" demesine rağmen, haksızlığa uğradığını düşündüğü vatandaşlarına en yüksek tondan tepki gösterip, ülkeyi kaosa sürüklemekle, akp içine nifak sokmakla suçlaması.
kendisine muhalif olan, tepki gösterenleri neredeyse hain olmakla, başka ülkelerin casusu olmakla suçlayıp, ankara üniversitesinde öğrencilere "hoşgörülü olun demokrasiden yana tavır alın" demesi. üstelik bu konuşmayı yaparken, dışarıda en demokratik haklarını kullanıp kendisini protesto eden birkaç öğrenci onlarca koruma ve polis tarafından yaka paça ağızları kapatılarak göz altına alınıyordu. ne kadar da ironik bir o kadar trajikomik.
sadece ve sadece şiir okuduğu için 4 ay cezaevinde yatmasına çok haklı olarak tepki göstermesine karşın, henüz basılmamış bir kitabın toplatılmasına, o kitapla ilgili insanların cezaevlerine atılmasına bir tepki vermemesi.
yüzünde sanki bir böcek görmüş de onu ezmek üzere olan birinin yüz ifadesiyle bekir coşkun için "kaleminden pislik damlıyor" demesi, ama bekir coşkun gibi muhalif gazetecileri, yazarları akit gazetesinin neredeyse hedef göstermesine sessiz kalması.
askeri ve bürokratik vesayetten her fırsatta şikayet ederken, aynısını " dindar nesil istiyoruz, hedefimiz dindar bir nesil yetiştirmek" şeklindeki açıklamalarla kendisinin yapacağını açıkça ve büyük bir gururla belirtmesi. buna karşı olanları ise din düşmanı ilan etmesi. dindar insanların bile bundan rahatsızlık duyduğunu görmezden gelmesi. nihal bengisu karaca denen erdoğan şakşakçısı bile "ben bu fikre karşıyım devlet buna karışmamalı" derken, başbakanımız sanki ülke babasının çiftliğiymişcesine "biz istiyoruz yapacağız" diyor. bu fikrinin insanları kutuplaştırması başbakanımızın umurunda bile değil. bir ülke düşünün, laik ve cumhuriyetle yönetiliyor. vatandaşları ibadetlerini özgürce yerine getiriyor. namazını kılıp orucunu tutuyor. ancak tüm bunlar bu ülkenin başbakanına ve iktidarına yetmiyor olacak ki devlet eliyle belli bir inanca, belli bir görüşe dayalı bir nesil yetiştirmek istediğini söylüyor. böyle birşey ancak gelişmemiş ülkelerde olabilir. devletin görevi belli bir inanca belli bir görüşe dayalı insanlar yetiştirmek değildir. devletin görevi tüm vatandaşrının inançlarını, görüşlerini özgürce yaşayacağı bir ortam oluşturmaktır.
neredeyse her gün gelen, ve maalesef "alıştırıldığımız" şehit haberlerine, ülkenin dört bir yanında patlayan bombalarla ölen sivillere, oraya girmek için amerika'nın iznini almak gerektiğini söyleyen komutanlarına cevaben "kimseden izin almayız, kimseden korkumuz yok" demesine rağmen çakal sürüsünün yuvasını yerle bir edilmesinden imtina etmesi.
buna mukabil, suriye ordusunun mu yoksa o övdüğü, direnişçi dediği, allahuekber diyerek insan öldüren muhaliflerin mi attığı belli olmayan top mermisiyle ölen 5 vatandaşımızın ardında vakit geçirmeden suriye tezkeresi çıkarıyor. ülke vatandaşları terör sebebiyle diken üstündeyken, başbakanımız bütün bölgeyi hatta destekçi ülkelerin de katılımıyla çok büyük bir savaşa sebep olacak bir savaşın ateşini yakmaktan imtina etmiyor. adamlar uçağımız düşürdü, bağırdık çağırdık itidalli olduk. peki neden birden savaş çığırtkanı olduk biz? suriye'yle savaşa izin veren tezkereye karşı çıkanlara ise çok sert bir ve savaş çığırtkanlığı yaparak " benim vatandaşım şehit olmuş ne barışı?" diyor. e peki şehit olan askerler hangi ülkenin vatandaşı? ölen siviller hangi ülkenin vatandaşı? kandil'e neden girilmiyor?
şehitler sebebiyle meclisi toplamaya bile gerek duymayan başbakan, 24 saat içinde savaş tezkeresi çıkarıyor. kandil'e neden giremiyoruz da bütün bölgeyi karıştıracak bir savaşı göze alıp " gerekirse ben bile savaşırım, her an savaşa hazır olmak gerekli" diyor.
ayrıca ülkemizi en çok kendisinin sevdiğini sanıyor olacak ki "tezkereye karşı çıkanlar tarih önünde hesap verecek" diyor. tezkereye karşı çıkanları milli birlik duygusundan yoksun olmakla suçluyor. bunları o kadar "usta" bir dille söylüyor ki, tezkere karşıtları bir anda esad yandaşı br durumda bulabiliyor kendilerini.
emperyalistlerin kuklası olmaya hayır diyenleri milli birlik duygusundan yoksun olmakla suçlayanları atatürk milliyetçiliğini öğrenmeye çağırıyoruz.
türkiye cumhuriyeti; kendi doğrularını mutlak doğru sanan, düşüncelerini türkiye'nin düşünceleri sanan recep tayyip erdoğan'ın egosuna teslim olmayacak kadar büyük bir ülkedir. toprağında kan olan, kanla kurulmuş ülkemiz tehdit altındaysa neyimiz var neyimiz yok savaşırız. gerekirse seve seve ölürüz bu ülke için. ancak kimsenin de kuklası olmayız. vatandaşlarının vatan sevgisini, milli birlik duygusunu belirleyen bir başbakan yüzünden bile bile lades de demeyiz.
bu ülkenin vatandaşlarının milli birlik duygusu, vatan sevgisi, egosu dağları aşmış bir başbakan tarafından belirlenemez.