işin kötüsü kabağın kızartmasını da tatlısını da çok severim ve çözüme ulaşamadan uzayıp giden, yılan öyküsüne dönen konulara niçin 'kabak tadı verdi' denildiğini hiç anlayamadım (örneğin hiç sevmediğim 'kereviz tadı verdi' ya da 'pırasa tadı verdi' deselerdi daha hoşuma gidecekti.)
Kabak tadı veren konulardan biri, israil-Filistin savaşıdır.
Birileri 'israil işgali altında bulunan Filistin topraklarına ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin bilmemkaç sayılı kararı...' lafına başlayınca benim nevrim döner.
Trafik tıkanıklığı, kapkaç sorunu, gecekondu semtlerini sel basması falan gibi konularda 'kabak tadı verdi' denilmesi 'malumu ilamdan' başka birşey olmayacak, onlara girmiyorum.
Bendeniz bir de 'yurdumuz Balkanlar üzerinden sarkan soğuk ve yağışlı bir hava kitlesinin etkisi altına girdi' lafına uyuz oluyorum. 'Bütün yurtta, dış temsilciliklerimizde ve yavru vatan Kıbrıs'ta törenlerle kutlandı' cümlesi de kabak lezzeti taşıyan diğer bir yemektir.
Avrupa Birliği de öyle.
Ufak ufak sıkılmaya başladık ha...
işin ilginç yanı, dönüp dönüp aynı yazıyı yazan 'Avrupa Birliği yazarlarımız' var ve onlar, 'Avrupa Birliği'nden başka birşey yazan' bir arkadaşları çıkınca da şaşırıyorlar, 'ne kültürlü çocuk' falan diyorlar.
'Sıkıldım' deyince daha da çok şaşırıyorlar, insan Avrupa Birliği'nden sıkılıp da sinemaya gider miymiş?
iyi ama şimdi aşk yazsam büsbütün yadırganacak, aaa, herşeyi küçümseyen, emekçi arkadaşlarını sömüren, dönek, faşist, küfürbaz, duygusuz ve sevgisiz korkunç canavar aşkı da bilirmiş... Ay beni seni hiç böyle tanımamıştım Engin... (Engin ismi, genç kızlarımızın son yıllarda kullandıkları fonetik düzenlemeye uygun olarak 'Aengin' şeklinde okunacak!)
Onun için biz gene Avrupa Birliği yazalım da Türk basınında çalıştığımızı hatırlayalım:
Avrupa Birliği'ne girmemiz kesin değildir.
Olursa da bu iş en erken 2015 yılında olacaktır (ve fakat 2012 yılında Marduk gezegeni gelir de dünyanın dengesini bozarsa zaten ortada ne Avrupa ne Türkiye kalacaktır!)...
Askerimizi Kıbrıs'tan çekmeden ve Güney Kıbrıs'ı tanımadan Avrupa Birliği'ne giremeyiz.
Bu da yetmez, ekonomiyi hiç olmazsa birliğin en kelek üyeleri olan Romanya, Polonya falan düzeyine gelecek kadar geliştirmek zorundayız.
Daha da önemlisi, milyonlarca işsiz, eğitimsiz ve becerisiz, üstelik başıboş ve 'suça eğilimli' lumpeni ekonomi ve toplum içinde 'soğuramazsak', onları adam edemezsek bizi almazlar. Ben soruşturdum, Frankfurt Hayvanat Bahçesi'nde boş kadro yokmuş.
iğrenç şehirlerimize ve yapılarımıza da çeki düzen vermek zorundayız.
Hepsinden vahimi, böyle bir birlikte, kendi topraklarımız üzerindeki egemenliğin bile kayıtsız şartsız bizde değil, 'azıcık da onlarda' olacağını bilmek zorundayız.
Dolayısıyla, elinizi kolunuzu sallaya sallaya Avrupa'ya gidersiniz ama orada iş bulup çalışamazsınız. Oturtmazlar da. Size yalnızca 'rahat gezme hakkı' vereceklerdir, oralarda para bırakmanız üzere...
Bu ciğer sizde varsa, giriniz.
Yoksa da bu konuyu kapatın çünkü gerçekten kabak tadı verdi. Keşke kereviz tadı verseydi de üzülmeseydim.