şu günlerde özellikle suriye ve iran ile olan ilişkilere bakarak hakkında alelade konuşup duruluyor.
suriye ve iran ile olan ilişkilerde gelinen noktanın tek sorumlusu olarak a. davutoğlu'nu gösteriyor.
öncelikle bilinmesi gereken nokta bu politikanın 'hayati' derecede önemli ve hakikaten küresel güçlerce kolay kolay müsaade edilmeyecek tarzda bir politika olduğuydu. derken ortadoğuda bahar adı altında birtakım olayla cereyan etmeye başladı. tunus ve mısır'da başlayan olayların asıl hedefinin iran-suriye-ırak ve dolayısıyla türkiye olduğu açıktı. zira gelişmeler bunun göstermekteydi.
biz daha ne olduğunun tam olarak farkına varmadan tahmin ettiğimiz gibi bir de baktık ki olaylar yanı başımıza kadar dayandı. türkiye'de bu durumdan elbette bağımsız kalamazdı...
dünyada küresel anlamda birkaç blok vardır. abd, rusya, ab, ve son zamanlarda çin... tüm uluslararası politikalar bunların ekseninde döndü ve dönmeye devam ediyor. türkiye'nin ilgili alandaki politikaları da günümüz konjonktüründe bu bloklardan bağımsız olamıyor.
sıfır sorun politikasına suriye özelinde dönecek olursak: arap baharı denilen süreç takip edildiğinde meydana gelen hiçbir hareketin rastgele oluştuğu ve kaderine bırakıldığı söz konusu değildir. küresel güçler bu hareketlerin her basamağında olabildiğince az zarar ve olabildiğince çok kazançla devam ettirilip sonlandırılması yönünde aktif bir politika izlemişlerdir. arap baharı suriye'ye vardığında ise herkesin kafasında aynı şey vardı: esad gidecek...
tam da bu noktada aslında türkiye'nin izleyeceği ve izlemesi gereken politika kendiliğinden beliriyordu. eğer türkiye iddia ettiği gibi büyük bir güç olduysa o da yanı başındaki krizden kendi çıkarlarını azami derecede gözeterek sıyrılmalıydı. uzun vadede ise yine yine temenni ettiği gibi 'dost' bir suriye için yapası gereken şey, arap baharının suriye zincirinde gelecek yeni yönetimi mümkünse yumuşak bir dozajda kendine bağlı kılmaktı. bunun için de süreçte daha da aktif olmalıydı. zira bazı küresel basın yayın organlarına yansıyan ifadesiyle koparamayacağı lokmayı ısırmıştı. ama süreç sanıldığı kadar kolay devam etmedi. abd seçimleri, küresel güçlerin suriye konusundaki hesaplarının farklı olması ve geçmiş süreçte yaşananlar vs sürecin sancılı bir biçimde uzamasına ve suriye konusunda küresel güçlerin geri çekilmelerine neden oldu. sonrasında ise türkiye de pasifleşmek ve kendini geri çekmek durumunda kaldı.
vs vs. uzatmaya gerek yok.
türkiye'nin suriye ile ve dolayısıyla iran ile ters düşmesinin nedenleri ahmet davutoğlu'nun hatta türkiye'nin büyük oranda iradesi dışında olmuştur. süreci belirleyemediği gibi sürece iradi müdahaleleri dahi sınırlı derecede olmuştur.
daha önceki örneklerinde gördüğümüz gibi gideceği neredeyse gün gibi belli olan bir adamı desteklemek ve akabinde gelecek bir yönetimle düşman olmak, hem pkk konusunda hem de uluslararası dengeler bakımından mevcut durumdan çok daha kötü sonuçlar doğuracaktı demek yanlış olmayacaktır. ve hatta eğer bu olaylar güçsüz bir hükümet döneminde olsaydı acaba ne olurdu diye düşünmekten de kendimi alamıyorum...
suriye'de akan kanların sorumlusu başta küresel güçler, ardından esad'tır. eğer rusya ve iran bloğunda olmak lazımdı diyen varsa rusya ve çin'in suriye için ne düşündüğüne baksın derim.