bedeli karsiligi kitap tanitmak

entry2 galeri
    ?.
  1. Metin Celal'in, Cumhuriyet Kitap'ın 17 Ağustos 2006 tarihli sayısında yer alan "Bedeli Karşılığı Kitap Tanıtmak ve Bilgi Edin(ememe) me Yasası" adlı yazısına takılıp kaldım.
    Celal, yazısının bir yerinde büyük yayınevleriyle tanıtım yazarlığı arasındaki yanlış ilişkiyi sorgulayarak şunları diyor :
    "Bedeli karşılığı tanıtma yazısı yazdırmanın ahlaki boyutunun çok önemli olduğunu, eleştirmenle yayınevi arasındaki böyle bir ilişkinin süreç içinde daha tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini, hatta o tür için bir çürüme işareti sayılabileceğini söylemeliyiz"

    Nedir anlatılmak istenen?
    Konu herkesin malumu : Artık son yıllarda kimi yayınevleri, kitap daha dosya aşamasındayken bile tanıtım yazısı ısmarlayabiliyor kimi "yazarcıklara" ! Bağışlayınız, "yazarcık" diyorum böylelerine: yazar, demek içimden gelmiyor. Celal de aynı düşünceyi taşıyor nitekim. Celallenmesi ondan! Yazar kimliği taşıyan kişinin etiği metiği, duruşu muruşu olmalı hepimize göre. Ne demek, kalıbına saygınlığına bakmadan körü körüne bir kitabı olumlamak. Üstüne üstlük bu hizmetinden dolayı hatırı sayılır bir ücretle ödüllendirilmek!

    Celal adını vermiyor; (verse iyi olurdu) bir arkadaşının dediğine göre, ünlü bir eleştirmen, bu iş için kitap başına 500 YTL alıyormuş yayınevi kasasından. Bu tür ilişkiler öyle ileriye götürülmüş ki kimileri için geçim kaynağı haline gelmiş!
    Tanıtım yazarlığı mı, yoksa olur makamı mı, varın ona siz karar verin!

    Evet konu yeni değil. Epeydir dillendiriliyor orada burada. Hatta ben de yazdım bir ara aynı konuda.(Dert Çok Hem Dert Yok Mu? Agora,Kasım-Aralık 2004)

    Olmaz! Olamaz! Olmamalı!
    Çünkü edebiyatın özgürleşmesi için öncelikle ilişkilerin özgürleşmesi gerekiyor. Bağımlı ilişkilerle, sözümona kapıkulu yazarlığı ile edebiyat olmaz! Her kimse bu yüzsüzlüğe karışanlar bir bir deşifre edilmeli.
    Gerçek edebiyat bunu gerektiriyor. Ama işin bir de piyasa yanı var ki, orada dönen kapitalist çarklar etik metik bırakmıyor ortada.
    Kitabı, özgür yayınevleri dışında, her yanıyla meta olarak sunan devasa yayıncılık anlayışında elbette kapitalizmin kuralları geçerli. Oluşumundan pazarlanmasına değin her anıyla kontrollü bir ilişki bu. Hatta yazarın ne yazacağına karar vermek de temel bir kaygı onlar için. Tıpkı dosya aşamasında tanıtım yazısı hazırlandığı gibi, çok öncesinde de ücreti ödeyip filanca kitabı yazdırma yönsemesi de var işin içinde. Örneğin filan ya da falan yazara ücreti konuşulur, kitabı ısmarlanır. Magazin basına değin yansıtılır durum. Tanıtımlar, sormacalar, eleştiriler hep kitapla baş başa getirilir. Çünkü tepeden gelen okuma bilinci yazar gibi okuru da teslim almalıdır önceden. Neyi nasıl yazacağı bile saptanmış, hedef kitle belirlenmiştir önceden (hedef kitle dediğimiz şey çoğunlukla ortaöğrenim sürecindeki gençlikle kadınlardan oluşmaktadır ne yazık ki). Kitap çıktığında da peynir-ekmek gibi kapışılır.

    Aslında şaşırmamak gerekir yayınevi-tanıtım ilişkisine! Nihayetinde kâr amacı güden bir şirkettir yayınevi. Bugün nasıl bir modern şirketin satış ve pazarlama, halkla ilişkiler departmanları varsa, kitap sektöründe boy gösteren kapitalist zihniyetinde etiği metiği bir yana iterek, aynı kanalları kullanacağı aşikârdır. Kapitalizm bundan utanmaz. Yapısı gereği metanın satışı için her yolu dener ve mübah sayar. Aslına bakarsanız, pazarlamak ya da pazarlanmak kitap için de, yazar için de oldukça iğrenç kavramlardır.

    Bir yazarın pazarlanması denli iğrenç bir durum olabilir mi sizce? Ki sorun, bakış açımızı etkileyerek, tümüyle edebiyatın pazarlanmasıyla ilgili! Yani asıl yara burada gizli. insanın doğasına aykırı bir durumdur yaşanılan.
    Tanıtım yazılarında Celal'in zikrettiği başka kirli ilişkiler de var. Danışıklı dövüş özelliğiyle hepsi aynı amaca hizmet ediyor: Edebiyatın yabancılaştırılmasına!..
    Söyler misiniz bana, başta yazarın kendine yabancı kaldığı bir ortamda insanımızın hali nice olur?
    Celal'in çürüme işareti olarak gördüğü böyle bir eğilim, giderek hem bu günü, hem de yarını ipotek altına alıyor kuşkusuz.
    Yayınevi-tanıtım yazarlığı ilişkisinin dışında-ücret ödensin ya da ödenmesin- gelişen ilişkilerin boyutu da oldukça ürkütücü. Şöyle çok satan dergilere bir bakınız. ilân-reklam furyasıyla-dolaylı biçimde- her türlü yayın organının etkilendiğini görürsünüz. Hep büyük sermayeli yayıncıların kitaplarıdır öncelikle göklere çıkarılan. Kim ne derse desin, ilân-reklam destekli bir ilişkinin diyeti karşılıklı ödenmektedir böylece.
    Küçük bağımsız yayınevlerinin, bir başına kitap yayımlayanların hiç mi şansı yoktur bu arenada? Vardır diyen beri gelsin!

    Metin Celal'i, TYB (Türkiye Yayıncılar Birliği) Başkanı sıfatından öte, bir yazar olarak duyduğu kaygıdan dolayı kutluyorum. Ama bir konu daha var ki değinmeden geçemeyeceğim. Evet, o da telif hakları konusudur. Celal açmışken ekleyeyim dedim: Telif hakları, her nedense Türkiye'de popülist şarkıcılarla şarkı sözü yazarlarının sorunu gibi algılanmakta. Ne yazık ki bir yazarın telif hakkına –ünlüler dışında- duyarsız kalınmakta çoğu zaman.

    Örneğin; pazarlanmış tanıtım yazarları çift yanlı ödenek alırken (hem yayınevinden, hem yayın organından), her nedense bağımsız tanıtım yazarlarına tek kuruş ödenmez doğru dürüst! Utana sıkıla anımsatırsın es geçilir. Bunun bir emek gaspı olduğunu belirtirsin, susulur; üstelik o yayın organının kapıları sonsuza değin yüzünüze kapanır. işin garibi onca yazar örgütünden ses soluk çıkmaz!
    Sözüm kurumsal dergilere tabii!.. Kolay mıdır bir kitabı boydan boya okuyup irdeleyip yazmak?
    Ne garip değil mi? Aynı dergide bir kaç yazar yazdığının karşılığını alacak, neredeyse dergiyi her sayı büyük ölçüde ürünleriyle besleyen yazarlara tu kaka denilecek, çerez parası niteliğindeki telif hakkı bile çok görülecek!

    Bu bir kast sistemi değil midir yazarlar arasında?

    Evet, ne yazık ki iki yıl önce Cumhuriyet Kitap'la takıştım bu konuda. Çünkü o kurumsal bir dergiydi, bedelini ödemeliydi yazılarımın. Topu topu on altı yazıma tek kuruş bile ödenmedi. En başta Cumhuriyet adına yazıklandım ve yazmaz oldum. Ama bu uygulamanın fena biçimde zoruma gittiğini, onurumu incittiğini açıkça belirtmeliyim. Ne yapsaydım yani? Telif hakkım için dava açıp Cumhuriyet Düşmanı mı ilan edilseydim?
    Linç edilmiştim kısacası! Çoğunluğun sustuğu bir toplumda tekrar tekrar çiğnenmeye ise hiç niyetim yoktu!
    Üstelik aynı dergiden telif hakkı konusunda yakınan yığınla yazar bulunduğu halde, tek kahraman ben olmuştum! Artık onları da yazarcıklar sınıfına koyuyorum ister istemez!
    Bana bu aldanışı çok görmesinler! Nereden nereye?.. Öyle değil mi? Umarım Metin Celal, bu konuda da patlar bir gün!

    (bkz: ahmet günbaş) *
    1 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük