bu film hakkında birkaç kelam etmezsem içimin kesinlikle rahat etmeyeceği aşikar.
akşam 20:15 seansına bu filme bilet aldım, tamamen önargısızdım, öyle önyargısızdım ki sinan çetin'in yönettiği bile aklımdan çıkmıştı.
tek düşüncem yavuz bingöl'ün türkülerle bezeli olacağını düşündüğüm performansı, wilma elles'in nasıl batıracağı, oktay kaynarca'nın nasıl artistik tavırlar içinde bir asker edasında havaya gireceği vs vs idi.
filmden önce reklamlar başladı, nasıl olsa alıştık kapital düzen reklamlar şart. çok eğlenceli geldi bu mantıkla bakınca reklam izlemek. sonra fragmanlar... fragmanlarda çanakkale temalı filmler de boy göstermekteydi. vaaaay dedim içimden demek ki bu da etkileyici olacak, yine aynı heyecanla bekledim.
bu arada belirtmek isterimki salonda ben dahil 5 kişi vardı ve bunlardan ikisi sevişecek yer bulamamış sinemanın karanlığına sığınmış bir çiftti. bunu da akşam seansı lan halkımız da sinemaya duyarsız normaldir diyerek kendimi teskin ettim ve geçiştirdim.
ve nihayet film jeneriği akmaya başladı...
jenerikte ulan bu kadar çok çetin soyadı ne bok yemeye akıyo derken anladım ki sinancığım oğulcuklarını ve biricik karıcığını başrollerde oynatıyor. hay sikiyim dedim izlenmez bu aile filmi olmuş, öbür taraftan da verdiğim 20 liranın acısı var. sonra içsel olarak orta yolu buldum: "o kadar para verdik sinan da aklı başında adam nasıl olsa bunlara çok sahne vermemiştir. aralarda deneme çekimi mahiyetinde rolleri vardır" düşünceleriyle yine kendimi teskin edebilme başarısı gösterdim.
vallahi abartmıyorum bakın, filmin ilk sahnesi nerdeyse 15 dakika sürdü. çitlerle çevrilmiş bir bahçe, rüzgar, bahçede o kadar çarşaf var erkek yurdu bahçesi mi lan dedirtecek kadar beyaz çarşaf asılı, haluk bilginer bey kardeşimiz mebus rolünde ve masanın az ilerisinde rüzgara karşı dik ve sert bakışlı haliyle siper durumunda, bahçenin ortasında bir masa, masanın üstünde bir elma tabağı ve sinancığımın hanımı. veee en önemlisi de rüzgarın esiş kuvvetini hissettirebilmek adına oraya konulmuş, rüzgarın değdiği anda ses çıkaran bir çan benzeri zımbırtı.
bu sahne karşısında sinan reyiz sanat yapmaya çalışmış demek bakalım nasıl olmuş diye sabrettim sabrettim sabrettima ma sahne bitmek bilmiyor. o beyaz çarşafların rüzgarın sert esmesi ve havada bulutların çoğalmasıyla bir felaket sonucu kırmızıya dönmesi, sinanın konuşma özürlü oğullarının berbat diyalogları, hatta konuşma özürlü olmayan insan için bile berbat diyaloglar... annelerinin avustralya vatandaşı olması, oğullarının birinin kendisini türk diğerinin ecnebi hissetmesi. annelerinin bir elmayı pay etmeye kalkışması neticesinde elmanın içinden akan kan... çarşafların arasından savaşmış yaralı halde orasından burasından kan akan adamların gelmesi... sonuç olarak arkadaş eyvallah sanat adına yapılmış çok film izledik ama sanat filmlerinin ortak özelliği bakış açısına göre yorumlayabilmek oradaki durumları, metaları belirli kavramların simgesi olarak kabul edebilmek vs vs gibi durumlardır. ama simgelemek bir insanın gözüne bu kadar sokarak yapılmaz. 5 yaşındaki çocuğa o sahneyi çektirsen yeminlen aynısını çeker. ilkokulda okuma yazma bilen bir çocuğa o sahneyi yazdırsan harbiden daha iyi yazar.
neyse özet geçeyim. bu çocuklar tesadüftür ki biri ingiltere de okumaya gider, diğeri de mebus babasının altın madeninin başına geçer ve annelerinden habersiz zıt taraflarda savaşa girerler. ve ana yüreği ecnebi de olsa bebelerini rüyasında savaşırken görür ve birbirlerini öldürdüklerini de görür. çocuklardan biri der ki "anne ben abimi öldürdüm ama yeminlen önümde bayrak vardı görmedim kime sapladığımı."
sahneyi gözünüzde canlandırabilirmiyim bilmiyorum ama anlatayım. bütün anzak ve osmanlı askerleri ölür sancak taşıyanlar da ölür. ama sancaklar düşmez yere öyle dikili kalır. sancağın arkasında arkadaşlarının öldüğünü gören sinanın oğulları karşı tarafın bayraklarına süngü saplamak üzere atılırlar. ama o kadar mallardır ki sancakların arkasında görünen bacakları farkedemez ve birbirlerine saplarlar ve ölürler.
neyse bunu gören ana yüreğine wilmacığım hemşire melek rolünde seslenir "tanrı sana bir şans verdi dolunayın bilmemnesinden bilmem ne olunca bebelerin canlanacak onları kurtarabilirsin hemen git. go go go"
ana yüreği durur mu hemen yola çıkar kocasını da alıp. bakın o yol sahnesi türk film tarihinde en boktan yol sahnesidir. arabaya binmiş birbiriyle konuşan iki kişinin fonuna dağlar tepeler eklemlenmiş ve o kadar belli ki bu eklenme en boktan çizgi film bile daha gerçekçi.
nihayet giderler siperlere. ana öğrenir ki osmanlı tarafında olan bebesi ölmüş ve ne hikmetse asker birer birer mezar kazmaktan aciz ama devasa bir çukur açabilmiştir, ölenleri falan o çukurlara doldurmaktadırlar. bebesi de o çukurda ölü yatıyordur. siperde düşünün bir smokinli adam başında kalpağı, yanında da beyaz ötesi elbisesi yüzüne şapkasından düşen bir tül bulunan karısı, rahat rahat çocuklarını sormaktadırlar. en son komutanımız oktay'a gelirler ve çocuklarının öldüğü haberine yıkılırlar. ana inanamaz tanrı ona bir söz vermiştir. ayrılmaz oradan. ve akşam görürler ki tanrı sözünü tutmuş dolunaylı bir gecede tek başına ufacık bir bulut hareket eder ceset çukurunun üzerine gelir iki damla bırakır ve sinanın oğullarının gözüne düşer bu damlalar. ikisi de dirilir. dirilir dirilmez aç oldukları akıllarına gelir ve yine tanrı onlara kuru ağaçtan bir elma düşürür elma ellerine geçince iki olur öküzcesine yerler çatır çatır.
gece mevzu odur ki, sabah hangi tarafa geçilecek ve abi olan anzak ikna eder anzak tarafına geçilir. kardeşlik vurguları vs vs vs. ayrıca belirteyim kardeşlik vurgusu da ancak bu kadar boktan yapılabilir.
sonuçta yine aynı sahneler tekrarlanır bu sefer çocuklar birbirini öldürmez. babaları ölür. (burada belirtmeliyimki büyük ecnebi oğlan babasına kendisinden kaçtığını kendi evinde anadilinde konuşmasına bile izin vermediği türklüğünü dayattığını falan bağırır çağırır) anaları ve çocukları gider ilahi ve o diğer adını bilmediğim müziğin karışımıyla film biter.
yeminle söylüyorum parasını bile geçtim ulan dedim o kadar eziyet çektim bu filmde durmak için kesin sonunu görmem lazım diye direndiğimden izleyebildim. zaten filmi arada izledim sevişen çift bile filmden daha iyi görünüyorlardı. -ki belirteyim sevişen çift bile dayanamadı filmi izlemedikler halde 2. yarıda yoktular.
sonuç olarak: verdiğiniz parayı geçtim, harcadığınız zaman, internetten indirdiyseniz kotanız herşeye yazık adını anmak bile zaman kaybı bu kadar lanet ettiğim film olmadı şimdiye kadar. ayrıca şunu söyleyeyim sinan çetin filmin adını "sinan'ın çocukları" yapsa daha mantıklıymış. bu kadar oyunculuktan uzak insanlar nasıl bir araya geldi sorusunu sormadım bile dedim ya aile filmi. anlamlandıramadığım nokta şu yavuz bingöl neden bu filmde oynadı.