--spoiler--
Yaz biterken, yazın tatlı akşamüstüleri, yerini soğuk, gergin, bunalımda bir havaya bırakıyor. sonbahara doğru hava ergenliğe giriyor, bunun acısını biz insanlar çekiyoruz. Bense hangi mevsimi daha çok sevdiğim sorusunu cevaplama isteğimi çoktan kaybettim. cevapsız sorulardan biriydi o.
Geçen hafta bu yeni mahalleye taşınalı bir yıl oldu. ben bu bir yıl içerisinde gerek zaman olmayışından, gerekse meraksızlıktan mahalleyi keşfe çıkamadım. tek bildiğim yer, evle ana yol arasındaki yol, bir de servisi beklediğim yer ve çevresi. caminin yanında bekliyorum servisi, tam köşede. aşağıya doğru ise bir yol iniyor. benim dün akşamüstü canım sıkılmasaydı, belki de yolun sonundaki parkı hiç keşfedemeyecektim.
Akşamüstü keşfime saat 4te başladım, zaten parkı görünce içimde oturma isteği oluştu, böylece mahalle keşfi de başlamadan bitmiş oldu.
Klasik bir mahalle parkıydı burası. üst kısmında zamanla kırmızı boyası dökülmüş, paslanmış demirleriyle bir çocuk parkı; alt kısmında ise çoğu zaman mahalle kadınlarının oturup çekirdek çitlediği, dedikodu yaptığı oturaklardan oluşan, kadınlar parkı. en azından ben öyle tahmin ediyorum, yerdeki çekirdek kabuklarına bakarak. tabi ara sıra telefonlarından arabesk rep açıp, oturağın oturulan yerine ayaklarını koyup, yaslanılan yerin üstüne oturan ergenlerin mekanı da olabilirdi burası. emin değildim. Neden oturulan yere oturmadıklarını ise bir gün içlerinden birisine sorup, iyi bir dayak yiyeceğim ya neyse.
6gen şeklindeki üstü kapalı oturakların hepsi boştu. parkta da hiç çocuk yoktu. terk edilmiş gibiydi sanki park. neyse, bu da benim işime geliyordu zaten. en köşedeki en temiz görünen oturağa oturdum. Ah gerçekten ne kadar da keyifli bir yerdi burası. Ergenliğe girmiş doğanın depresif, bulutlu havasına baktım. çoğu insanın içini karartan bu hava, beni daha çok düşünmeye, gerçek hayatla daha çok yüzleşmeme olanak sağlıyordu. Sessiz sokaklar. evlerine çekilmiş insanlar. Eserken tüylerinizi ürperten rüzgar. dokunsanız ağlayacak bulutlar. tam benim havamdı bu. sanki korkunun fiziksel biçimiydi. hava durumunu sunan kadının yarın hava korkulu olucak demesi gibiydi. O an kitabımı yanıma almadığım için çok kızdım kendime. burada çok güzel okunurdu haa. yok yok. oturamazdım ben böyle. bi kere girmiş aklıma. dayanamdım da sonra zaten, eve kitabımı almaya gittim. 2 dakikalık yol, nolucaktı yani?
En son okuduğum kitap, yatağımın başucunda duruyordu. Aldım kitabımı, bir de buz dolabından probis aldım, atıştırmalık. az sonra ulaşacağım nirvanadan şimdiden haz duymaya başladım. yuppiydi hayat artık benim için. evden dışarı çıktım. park yoluna koyuldum. tam parkın girişinde duruverdim istemsizce. bakakaldım öyle.
Karşımda duruyorlardı. Birbirlerinden hoşlandığını zanneden, soğuk havaya inatla sarmaş dolaş sarılmış, iki genç, oturağımda oturuyordu. arkaları bana dönüktü. oğlan elini kızın beline dolamıştı, kızın da bir eli çocuğun omzunda. diğer ellerini de önlerinde buluşturduklarını tahmin ediyordum. Çaktırmadan öpüşüyorlardı, bence sevişiyorlardı. günün birinde de böyle çaktırmadan ölüp gideceklerdi. kimsenin de umrunda olmayacaktı. sırf üzerinden zaman geçti diye, değerlenecekti bu anlar, anı adını alacaktı.
Gıcık olmuştum bu ikiliye. Ha ne var yani ne gidin evinizde öpüşün yani sevgilisi olan var olmayan var? Kaldı ki, benim yerime oturmuşlardı. niye ki? Koskoca dünyada, sevişmek için neden benim mutlu olacağım bir yeri seçiyorsunuz ki? Sizin mutluluğunuz daha mı değerli yani?
istemiyordum bu yılışıkların keyfimi bozmasını. biraz sonra kalkar giderler, düşüncesiyle tatmin etmeye çalıştım kendimi. oturdum onların arkasındaki oturağa. bekledim. gitmediler. elimde olsa gidip onların olduğu çardağa oturacaktım, tam önlerine. dik dik bakacaklardı suratıma. ne diyeceklerdi ki? Gir buradan, sen buradayken sevişemiyoruz Bu ya da buna benzer bir şey söyleyeceklerdi, ya da mahcup bakışlarla kalkıp gideceklerdi. tabi, ben böyle bir şey yapabilecek cesarete sahip miyim? değilim. onların hemen arkasındaki çardağa oturarak zaten kendimce büyük bir cesaret örneği sergilemiş oldum. zaten arkaları dönük olmasa, oraya da oturamazdım.
Biraz sonra parka iki çocuk girdi. yüzleri kapkaraydı. sahi, neydi onları böyle yapan? genetik bir şey olduğunu sanmıyorum, akşama kadar sokakta oynamaktan olsa gerekti. pislikten mi yani? güneşten mi? bilmiyorum. ne zaman böyle bir çocuk görsem, ileride seri katil olabileceğine karşı şüphe oluşuyordu içimde. çocuklar ceplerinden çıkardıkları bir şeylerle, parkta oynamaya başladılar. dikkat etmedim.
Bizimkiler hala sevişiyordu. bir yandan da saçma sapan sevgi sözcükleri savuruyorlardı ortalığa. sessiz konuşuyorlardı, bir şey anlayamıyordum. iki çocuk da bir şeyler söylüyordu, ama garip bir şekilde bunlar beni hiç rahatsız etmiyordu. SAnki hepsi, bu ortamın olması gereken birer parçasıymış gibiydi. Keyfim büyük oranda kaçmış olsa da, kitabımı huzur içinde okuyordum. Bir süre sonra, önümdeki çiftin de, benim de bakışlarımız, reflex olarak çocuklardan yana döndü. biri diğerine Amuğaa goyum serkaan diye bağırıyordu. önümdeki çift biraz rahatsız olmuşlardı sonunda. Huzurlarının zedelenmesi sadistçe hoşuma gitmişti. Çocuğun serkana niye öyle bağırdığını anlayamamıştım. benim de önümdeki çifte öyle bağırasım gelmişti. içimden: amuğa goyuum gitsenize yaaa!
Bıkmıştım artık. hava da kararıyordu. oturduğum yerde iki büklüm olmuştum, oturan yerlerim ağırmaya başlamıştı. benim oturduğum yer kuş pisliğiyle doluydu, üstü açıktı, yerde de çekirdek kabukları vardı. önümdekilerin oturduğu -benim- yerim ise tertemizdi. salaklar. sinirlendim. probisimi yedim. kitap okuyamıyordum artık. Kalktım ben de sinirle. Parkın çıkışına doğru yürüdüm. tam evin yoluna koyulmuşken, çiftin yerimden kalktığını gördüm. ulan dedim. neyse. zaten artık oturamazdım oraya. götlerinin ısısından sıcacık olmuştur oturdukları yer. zaten artık bana aitliğini kaybetmişti o çardak. Sinir ve hayal kırıklığı içinde eve yürümeye devam ettim.
--spoiler--