kendimi arıyorken olmaktan korktuğum yerdeydim. ilkokul 3. sınıfta ve kurban bayramı dönüşü ilk resim dersindeydim. bütün derslerimize giren öğretmenimize itelenmiş resim dersi de en a bize olduğu kadar ona da ızdıraptı. içindeki picassoya: dur b'oğlum iki dakka insan taklidi yap demeyen genç yeteneklere iki gündür dişlerimle entegre olmuş kavurmayı dilimle taciz ederken uzaktan bakıyordum. kenarı telli resim defterine ve monaminin 32 renkli pastel boyalarına sahip doktor çocukları ve gazetelerin promosyon olarak verdiği plastik kaplamalı 6lı renkli kurşun kalem sahiplerinin ta o zamandan inceden hissettirdiği kast sisteminde her zamanki gibi tam arada ve kayıtsız olarak hakemlik yapıyordum. tiz çocuk seslerinden yılmış öğretmenin kafa dinleme hayaliyle ilk 2 dakikada verdiği bayramı çizin çocuklar sesiyle start verilmiş ve koşu başlamıştı. kan kırmızı boyalara uzanan eller beyaz kağıdı kan gölüne çevirmek için yarışıyordu. bazıları hiç kırmızıya dokunmamıştı. onlar bayram ziyaretlerini çizip kesilen hayvanı görmezden gelecek, her şiddet olayında kafalarını başka yöne vericeklerdi. bazılarının siyah boyaya uzandığını görüyordum. onlar benekli veya simsiyah dana kesmişlerdi muhtemelen. içiçe kıvrım yapmaya çalışanların dili de tıpkı kesilen hayvanlar gibi dışarı taşıyordu. bense kıvırkıvır bir elipsi dört tane çubukla ayaklandırıp her yeri kırmızıya boyuyordum. elinde bıçak tutan bir adam, alna ufak bir dokunuş ve tamamdı kendimi çizimim. öğretmene göstermek ve dersin devamında sağa sola salça olmak için ayağa kalkmıştım ki öğretmenden morgan freeman vari bir sesle resimlerinizi göstermenize gerek yok çocuklar haftaya bakarım sözü duyulmuştu ve yerime oturmamı sağlamıştı. dana ve koyun kesenlerin oranlarını aklımdaki pasta grafikte çizerken sanırım bir dayı bir emmi olmaya ne kadar yatkın olduğumu anlayacaktım.
hayvan dediğin dağda bayırda gezecek, kekik yiyecek.