bu kez golleriyle değil de gidişiyle ağlatandır. bu konuyla ilgili düşüncelerimi belirtmek, içimi dökmek istedim. haliyle duygu yoğunluğu yüksek bir yazı oldu.
Fatih Altaylı "Kandırmayın Fenerbahçelileri" başlığıyla yazısını yazdığında tanımıyordum onu çok fazla ama bu yazıyı okuyunca 'tamam' dedim, 'bu sefer tamam'. Yıllar geçti, benim gibi düşünenler hiç yanılmadı. Zaten aksini düşünenler de pek çıkmadıya neyse. Bugüne bakıyorum da; "Kandırmayın Fenerbahçelileri"den nerelere geldik? Bütün stadyum Alex'i yuhlarken taraftarı karşısına alarak Alex'i ayakta alkışlayan ve bizleri utandıran Aziz Yıldırım, başkanlığının belki de en kolay ve kısa kontrat görüşmesini yaptı ve Alex kulüpten ayrıldı.
Kaptan bir tweet attı, sonrasında taraftara güvendi ve hatasından dönmedi ve iş bu noktaya vardı. Kendisinden beklenen ve sürekli gördüğümüz olgunluğun yarısını bile gösteremedi ve tabir-i caizse 'kendi kendini' kadro dışı bıraktı. Oysa sadece yetkisini kullanarak maçlarda tercihini Alex'ten yana kullanmayan -hatalıdır değildir, ayrı mesele- ve bu nedenle çok eleştirilen Aykut Kocaman heykel açılışına giderek çok büyük bir adım atmıştı. Biz 'olay kapandı' derken iş nerelere geldi? Neyse, amacım suçlu aramak değil. Suçlu aramak ve bulmak çok kolay. Hangisini tutsan diğerine sövmek de kolay.
Alex'in gidişi bizler için çok ani olsa da anlaşılan Alex cephesinde durum hiç de öyle değilmiş. Yeni kontrat isteyince ve bu olmayınca çocuklarının okul kayıtlarını yarı yıla kadar yaptırmış. Zaten gereğinden fazla futbolu bırakmak istediği takımı söylediğini de, teklifler aldığını ve görüştüğünü de kendisinden biliyoruz. Yani anlıyoruz ki bu ayrılık onun planları arasında, ihtimalleri dahilindeymiş aslında. Bana kalırsa büyük oranda gitmek istedi ve gitti. Kriz büyüdükçe başkanın söylemlerinden de bu ayrılığın yaklaştığı anlaşılıyordu da söylemesi zor geliyordu işte. Zaten Fenerbahçe değil midir hep fırtınalardan kurtulup meltemlerde savrulan?
Taraftar olarak "ne yardan geçeriz ne serden" dedik ama bazılarımız yardan bazılarımız serden çok kolay geçtik. Zaten en acı olanı da iki efsane arasında seçim yapmak zorunda kalmak, sanki başka bir ihtimal yokmuş gibi. Hangisine kızacak olsam diğeri daha suçlu, hangisini haklı bulacak olsam diğeri daha haklı. Bir yerde de cezaevinde kısıtlı şartlar altında hazırlanan yönetim listesinin sıkıntıları bunlar. Umarım ucu Aziz Yıldırım'a ve Aykut Kocaman'a gitmez; giderse de sanırım çoğumuzu üzmez bu kadar.
Türk futbolunun her takımının efsanelerle ayrılıkları hep problemli, hep üzücü olmuştur. Nouma, Hooijdonk, Hakan Şükür, Bülent Korkmaz, Tuncay... Ama Alex'in gidişi üzücü falan değildir; kahredicidir, sayfalarca yazı da yazsan kelime bulunamayan cümle kurulamayandır. Az Alkmaar maçında Alex'i yuhlayan bir pespaye olarak o an ne kadar utandıysam ve kahrolduysam, stadyumda bulunarak iki şampiyonluk kaybettiğimizde de en az o kadar kahroldum. Ama onlar bile bu kadar kahretmemişti. Şimdi sistem, taktik, puanlar kimlere lazımsa onların olsun. Kızgınlığımdan ve desteklemediğimden değil; sadece futbol denen bu oyunu artık bu kadar önemsemek içimden gelmez. En azından bir süre.
Aykut Kocaman sudan sebeplerle bu takımdan gönderildiğinde benim yaşım sekizdi ve çocuk aklımla babamın göz yaşlarına pek anlam verememiştim. Sonrasındaysa Fenerbahçe için her ağlayışımda babamı anlayabildiğimi düşünmüştüm. Hayır ama daha yeni anlıyorum babamı, göz yaşı bile farklı akıyor sanki.
1 yaşındaki yeğenime 'amca'dan önce 'Alex' dedirtmeye çalıştığım şu günlerde hep de hayal kuruyorum; "ilerde bir oğlum olsa da maçlara gitsek, ona Fenerbahçe'yi anlatsam diye". Oğlum olursa ve bana yıllar sonra sorarsa "Baba Alex Kim?" diye, ancak bugüne kadar olan kısmı anlatabilirim. Gerisi çıkmaz ağzımdan, boğazım düğümlenir. Çünkü hiçbir gün ve hiçbir günün 19:07'si bu kadar acıtmadı ve acıtamaz.
Kulübe de nacizane önerim; 'Alex'in Köşesi'nin adı resmiyette de 'Alex Tribünü' olsun. Gerçi olsa ne olmasa ne bu saatten sonra. Heykel meselesini de popülizmle daha fazla bu konuyla bağdaştırmamak lazım. Heykeli taraftar tamamen kendi girişimleriyle yaptırdı ve zaten yönetimin çok da dahil olmadığı ve onaylamadığı bir süreçti. Ayrıca 3 ayın değil, 8 yılın simgesiydi.
Neyse...
Hani televizyon programlarının bir klişesi vardır ya: "Arkadaşları alkışlarla yerlerine uğurluyoruz" şeklinde. işte şimdi tam zamanı, tam yeri: "Arkadaşı alkışlarla yerine uğurlayalım."