recep tayyip erdoğan'ın dileği kabul olmuştur (!)
tl'nin simgesini belirleyen, gece 12 de şampiyon takımın kupasının verilmesini emreden, rektöre bi telefon çakıp bira festivalini iptal ettiren başbakan, dünya'yı kendi etrafında döndürmeyi başarmıştır.
ne demişti recep tayyip erdoğan; yargıya talimatı verdik bdp için gerekeni yapıyor.
bunu milgram deneyi ile açıklıyorlar. özetle bir olaya karşı olan tutumunuz, kötü olduğunu bilmenize rağmen otoriteye itaat etmek adına iyiymiş gibi davranmanız.
enron skandalını bilenler vardır. şirketin değerlerini kağıt üstünde yüksek göstererek yatırımcıyı kandırmak. üstelik bunu en üst mertebedeki adamların emrinde olanlar bile durumun kötü olduğunu bilmesine rağmen otoriteye olan bağlılıklarından ötürü (iş kaybetme endişesi) yatırımcıyı bilerek kandırdılar.
şirketin duraklama dönemindei enron un; kaliforniyada elektriklerin bakım nedeniyle kesmesi ayağına elektrik fiyatlarını tavan yaptırması, kaliforniya'nın bütçe açığı vermesi ve akabinde oyuncu arnold schwarzenegger'in, bush un da desteği ile nasıl da oraya rahatlıkla vali olarak atandığını da görmek mümkün.
sorgulama bittikten 2 ay sonra enron ceosu kennet lay 64 yaşında iken, 2006 da kalp krizinden ölüyor.
diğer önemli şahıs jeff skilling ise 24 yıl cezaya mahkum oluyor. 45 milyon dolar tazminata da.
neyse davaya gelecek olursak, zaten hakimlerimiz, başbakanın isteği dışında karar vermeleri namümkün görünüyor. medyaya bile bu denli baskı yapan koltuğun başındaki ismin; (rte: Diyorlar ki Başbakan medyaya çok saldırıyor. Ne yapacaktım, okşayacak mıydım? ) isteği doğrultusunda mahkemelerden karar çıkması hiç de şaşırtmaz.
medyaya baskı yapmasının nedeni de halk görmesin duymasın bilmesin, kısaca yalan dünyamızda yaşayalım olayı. doğuda terör zirve yapsın, batıda eğlencenin dibine vurulsun falan.
(bkz: yalan dünya dizisinin türkiye ile özdeşleşmesi)
zaten adamlar bile diyor:
(bkz: ifade özgürlüğünün zirvede olduğu bir dönemdeyiz)
(bkz: kürt sorununu çözdük)
yani iyi bir görünüm varmış imajı çiziliyor. neyse biraz soluklanıp hitler dönemindeki nürnberg mahkemelerinde geçen soruşturmalara bakalım:
senaryoda fırıncı yamağı olan petersen 1914'te doğar. anne ve babası komünist partiye üyedir. hitler iktidara gelmeden önce birkaç ss subayı, petersen ın evine baskın yaparlar. petersen ve kardeşi subayları dövüp polise teslim etmesine rağmen polisler hiçbir işlem yapmaz. çünkü genel seçim zamanıdır.
1933'te nasyonal sosyalist parti iktidara geldikten sonra petersen çiftlikte iş bulur ve kamyon sürmesi için ehliyet alması gerekir. görevli memur, petersen'a Adolf Hitler ve Goebbels'in ne zaman doğduğunu sorar. petersen bilmediğini söyler. 10 gün sonra size döneceğiz cevabı alır ve oradan uzaklaşır.
burada ne var diyebilirsiniz burada şu var:
"taraf olmayan bertaraf olur." rte aforizması. 2010 anayasa referandumlarından önce
"tüsiad bu anayasayı beğenmiyorsa çıksın açıkça hayır desin, gerekçelerini de söylesin. Diyemiyorsa da çıksın açıkça ben bu değişikliği destekliyorum desin. Taraf olmayan bertaraf olur çünkü.
ama şimdi ise ölen insanlara ne oldu neden oldu diye tüsiad merak edince, herkes kendi işine baksın diyerek posta konuluyor tüsiad'a.
sanırım müsiad'ı oyuna çağırmak gerek...
bundan yaklaşık 1 sene önce arkadaşımın iş bulmak için devlet kurumuna gittiğinde kendisine sorulan soru şuydu:
"bulunduğunuz ilin akp ilçe başkanı kimdir?"
velhasılkelam, hitlerin ideolojisi ari ırk gereği petersen a kısırlaştırılacağı mektubu ulaşır ve bunun mecbur olduğu da not olarak iliştirilir.
kararı veren, yargıç Hofstetter, belgenin altındaki isim ise adalet bakanı Ernst Janning.
görüldüğü üzere burada hukuktan bahsetmek mümkün değil. otoriteye itaat söz konusu. şunu da belirtmek gerek. 1934'te alman vatandaşlarına şu yemini ettirmek zorunlu kılınıyor:
"Alman yönetimi ve halkının lideri Adolf Hitler'e ve kanunlarına itaat edeceğime, görevlerimi aksatmadan yerine getireceğime yemin ederim. Tanrı yardımcım olsun."
bırak psikolojik olayı artık itaatin şekli yeminle kuruluyor.
senaryonun kalanında ise yahudilerin katledilmesini haklı olarak değerlendiren almanlar var..
ha bir de; davanın teknik ayrıntılarını-çelişkilerini bilmeden, oh olsun iyi olsun diyenler:
parasız eğitim pankartı açıp, "kalite belgeli ve doğal biber gazı" yedikten sonra, terör örgütüne yataklıktan içeri atılırsanız, adaleti ağlarken aramayın sonra.
meselenin özü hukukun çarpıtılması- işlevliğini yitirmesi.
çok eski yıllarda krallıkla idare edilen bir ülke varmış. ama, bu ülkede, hukuk ve hâkimler de varmış.
törelere göre, bir vatandaş öldüğünde, şehir merkezindeki dev çan bir defa çalınırmış.
uzun uzun da yankılanırmış.
asillerden birisi ölürse çan iki defa, kral ailesinden biri ölürse üç defa çalınırmış.
ya kral?..
o öldüğünde, çan dört defa çalınırmış.
gel zaman git zaman..
şehirde bir olay olmuş. iş mahkemeye düşmüş..
sanık diye hâkim huzuruna çıkarılan kişinin masumiyetine herkes inanıyor, davaya formalite diye bakılıyormuş..
halk, beraat beklerken, sanık para cezasına mahkûm olmuş..
mahkeme bitmiş. dinleyiciler dağılmış.
kafalarında bir kaygıyla!..
kısa bir süre sonra dev çanın sesi duyulmuş...
acaba kim öldü?..
çan bir daha çalmış.. acaba hangi kont öldü?..
şehir, çan sesi ile bir daha inlemiş...
hımmmmm... kral ailesinden biri gitti.
acaba kim?..
çan bir defa daha çalmış..
herkeste bir feryat.. "eyvah!.. kralımız öldü!.."
ancak, tarihte görülüp işitilmemiş bir şekilde çan beşinci defa da çalmış, yeri göğü inleterek.. sesler kesilmiş şehirde, nutuklar tutulmuş..
insanlar "beşinci çan sesi"nin ne anlama geldiğini öğrenmek için çana koşmuşlar deliler gibi. bir de bakmışlar ki çanı, haksız yere mahkûm edilen adam çalıyor.
sormuşlar. "-ne demek beş defa çan çalmak?..
kraldan daha büyük, kim öldü?..."
"adalet" demiş adam.. "adalet öldü!."
yargıya talimat verdik diyen bir başbakanın olduğu ülkede; adalet kadın ismi, kanun ise çalgı olarak yaşar sadece.