"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) kaçırsınlar ırzlarını korusunlar. Görünen kısımları müstesna olmak üzere ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar..."
Görüldüğü gibi, "örtünme" (tesettür) bir bütün olarak yüz, eller ve ayaklar dışında bütün vücudun örtünmesidir. Şeriatçılara göre, yüz, eller ve ayaklar dışında bütün vücudun uygun elbiselerle örtünmesi farzdır. Farz ise, bir keyfiyet, bir tercih konusu değil, bir zorunluluktur.
Bu zorunluluk (farz), insanların gözleri ve elleri ile de zina yapabilecekleri varsayımına dayandırılmıştır. Buna "göz ve el zinası" adı verilmektedir. "Göz zinası", "cinsi arzu ile bakmak"; "el zinası", "cinsi arzu ile dokunmak"tır. Bu nedene bağlanarak, kadınların "cinsi arzu" oluşturan bölgelerinin örtülmesi (tesettür) ve aynı arzuya yol açabilecek her türlü temasın kesilmesi zorunlu kabul edilmektedir. Bunu yapmayan kadın, "islamî namus ve iffet"ten yoksun demektir, dolayısıyla namussuz ve iffetsizdir!
Bu açık tanımlamalarda görüleceği gibi, islamiyet, "müslüman erkek"in her türden zinaya açık olduğunu önsel olarak kabul etmektedir. Ancak Adem ile Havva'dan beri "erkek"i zinaya sevk eden "kadın" olarak kabul edildiği için, zinaya karşı "savaş", "kadın"ın tesettüre girmesiyle yürütülmektedir. "islamî namus ve iffet" kadına aittir ve bunu "erkekler"den korumak kadına farz olunmuştur.
Şüphesiz tüm bu şeriatçı "namus ve iffet"ten yola çıkarak, günümüzde, "iletişim teknolojisinin gelmiş olduğu seviye" ve "globalleşen dünya" söylemleriyle bile söylenecek çok söz bulunabilir. "Göz zinası"na ilişkin, ciddi ya da gayri-ciddi bir çok söz söylemek de olanaklıdır. Hatta tesettür modasının yaratmış olduğu yeni "islami kadın"ın makyajının nasıl bir "namus ve iffet" oluşturduğu konusunda da çok şey söylenebilir. Ancak tüm bunların, şeriat düşüncesini zerre kadar etkilemeyeceği de açıktır.
Burada gözönünde bulundurulması gereken husus, "Türkiye modeli" ile diğer "islam ülkeleri modeli" arasındaki farktır. "Diğer islam ülkeleri"ndeki uygulamaların ne olduğu ve sonuçta "kadın"ın ve toplumsal yaşamın nasıl biçimlendirildiği ülkemizdeki şeriatçı düşüncenin etkilediği kesimler açısından fazlaca öneme sahip değildir. Onlar, asıl olarak "Türkiye modeli"nin modasal tessettürüne bakmaktadırlar.
işte Türkiye'deki şeriatçıların "oportünist" ve "revizyonist" oluşları burada ortaya çıkmaktadır. Doğal olarak "radikal islamcılar" ile bu "revizyonist-oportünist islamcılar" arasında kıyasıya bir savaş sürüp gitmektedir.
"Türkiye modeli"nin sürdürücüleri olarak görünen "Türkiye tipi şeriatçılar", 1969 yılında Erbakan'ın Konya'dan bağımsız milletvekili olarak seçilmesiyle başlayan bir sürecin ürünüdürler. izledikleri reformist ve evrimci çizgi nedeniyle, şeriat düzenine geçiş süreci uzun bir zaman dilimine yayılmıştır. Özellikle Erbakan çizgisinin mevcut düzenin kendi yasallığı içinde (demokratik yollar denilen) iktidara gelmek ve bu iktidar aracılığıyla adım adım şeriat düzenine geçmek şeklinde özetlenebilecek stratejisi, giderek "demokrasi gereği", şeriata uygun olmasa da bir çok şeyin yapılmasını beraberinde getirmiştir. Bu konuda kendi içlerinde yürüttükleri "ideolojik tartışma", yapılanların "yasal yolun gereği olduğu iddiası ile şeriata uygunsuzluğu arasındaki bir tartışma olagelmiştir.
Bu tartışmalar tarikatlar arasında yürütülmekle birlikte, "islami düşünceye büyük katkıları" olan "üstadlar" da bu tartışmalarda yer alır. Bugün AKP'nin "iki büyüğü", Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül'ün "fikri dünyasını" en çok etkileyen kişi olarak sunulan ve aralarında "hoca-talebe" ilişkisi bulunan Necip Fazıl Kısakürek bunlardan birisidir.[2*]
Necip Fazıl Kısakürek, "Büyük Doğu" adını verdiği tüm müslüman ülkeleri kapsayan "islam devleti" teorisini ve bunu gerçekleştirmeyi hedefleyen "islam inkılâbı"nı şöyle açıklamaktadır:
"Büyük Doğu, islâm içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı... Sadece 'Sünnet ve Cemaat Ehli' tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle islâmiyete yol açma geçidi; ve çoktanberi kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti Yirmibirinci Asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi(dir)."[3*]
Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan'ın "düşünce hayatını" etkileyen Necip Fazıl Kısakürek'in bu şeriatçı "Büyük Doğu"sunda aile ve kadın şöyle anlatılmaktadır.
"islâm inkılâbında aile, tıpkı bir makinenin iyi işleyip işlemediğini muayene eden bir mühendis gibi, uzaktan ve devlet gözüyle murakabe edilmesinden ibaret, 'zat-ül-hareke'liğine kadar her ferdi ve her unsuriyle sımsıkı bir müdahale hedefidir...
Bu müdahalenin esaslarında, cemiyetin protoplazması olan muazzez aile mefhumunu korumak; babayı, anneyi, evlâdı, zevci, zevceyi ve bütün yakınlık kademelerini birbirine karşı her türlü ahlâkî emirler ve yasaklarla vazifelendirmek ve bu hususların yerine gelmesi için gereken aile ruhunu elifbesinden başlıyarak fasıl fasıl tedvin etmek işi vardır.
islâm inkılâbında, devlet tesisi olarak, müstakil bir aile zabıtası ve mecburî aile kursları, tohumun ağacı ve ağacın yemişi elde edilinceye kadar muvakkat teşkilâtın esas şubelerinden olacaktır.
izdivaç müessesesi, en genç yaşlarda adetâ mecburiyet belirtecek şekilde devlet tarafından himaye edilecektir...
Bu inkılâbın kadınları, cihanın en zarif ve en cazibeli kadınları olacaktır.
Bu inkılâbın kadınları, kutsî ölçünün 'örtmeğe mecbursun!' dediği her noktalarını örtecekler ve 'örtmeye mecbur değilsin!' dediği hiçbir noktalarını örtmeye zorlanmayacaklardır.
Bu inkılâbın kadınları, böylece ve anlayanlarca, kadınlık mefhumunun heykelleştirdiği en derin ve esrarlı hicap ifadesi içinde cemiyet zeminini süsliyeceklerdir.
Bu inkılâbın kadınlarında vekâr, hayâ, iffet, mâna, şahsiyet, eda, öyle cömert bir ifade bağlıyacaktır ki, dünyanın en havaî erkeği bile yüzlerine bakarken ürperecek, onlara karşı hürmetten başka bir şey duymıyacaktır.
Bu inkılâbın kadınlarından, yüzde yüz islâmî çerçeve içinde ve bilhassa kendi, cinsi üzerinde yetiştiricilik vazifesiyle, muallim çıkacak, doktor çıkacak, hastabakıcı çıkacak, muharrir çıkacak, sanatkâr çıkacak, âlim çıkacak; ve bilhassa fahişe çıkmıyacak, bar artisti çıkmıyacak, sarhoş şarkıcı çıkmıyacak, göbek atıcı çıkmıyacak ve nihayet başıboş işçi ve memur yaftası altında cinsiyetini azmanlığa götürmüş pislik ve yırtıklık nevilerinden hiçbirisi çıkmıyacaktır.
islâm inkılâbı, üreme ve türeme dâvasında, sistemli bir çalışmayla, 40 milyonluk bir kalabalığı çeyrek asır içinde 80 milyonun üstüne çıkarmayı taahhüt ve tefekkül edici bir hamle ruhuna maliktir."[4*]
işte Necip Fazıl "hoca"nın "islam inkılâbı"yla kurulacak olan "Büyük Doğu islam Cumhuriyeti"nde aile ve kadın böyle anlatılmaktadır.
Görüleceği gibi, Necip Fazıl Kısakürek, bir yandan "ahlaki emirler ve yasaklar"la aileyi biçimlendirirken, diğer yandan bu yasaklara uyulup uyulmadığını denetlemek için "müstekil bir aile zabıtası" da oluşturmaktadır. "En genç yaşta" "adeta mecburiyet"le evlilik oluşturulurken, kadınlar "cihanın en zarif ve en cazibeli kadınları" olarak nüfusu ikiye katlamakla memurdur.
işte günümüzde AKP tarafından temsil edilen "liberal türbancılar" Necip Fazıl Kısakürek'in bu aile ve kadın teorisinin pratiğini yapmaktadırlar. Modacı çizgiler taşıyan tesettürler içinde, "zarif ve cazibeli kadın" portresi çizen AKP yöneticilerinin "eş"leri, kadının "yükselişi", "toplumdaki gerçek yerini alışı"nın örnekleri olarak sunulmaktadır.