Dünya 21. Yüzyıl'ın başında hem bloklar ve devletler arasındaki jeopolitik güç mücadelesinin, hem de çok uluslu şirketler arasındaki ekonomik rekabetin öne çıktığı bir dönemi yaşıyor. Günümüzün emperyalizmi, kapitalist birikimin sorunlarını tüm dünya emekçilerinin sırtından çözmeye çalışan bir siyasi egemenlik biçimi şeklinde ortaya çıkıyor. Bu yeni emperyalizm biçiminde topraklar üzerindeki doğrudan denetim, piyasaların denetimi karşısında ikinci planda kalıyor. IMF, DB, DTÖ gibi uluslararası kurumlar tarafından tasarlanan yeni egemenlik ilişkileri, borçlandırma mekanizmaları, enerji yollarının kontrolü, fikri mülkiyet ve patent haklarıyla kendini gösteren bilimsel ve teknolojik hâkimiyet, kitle iletişim araçlarının muazzam gücüyle desteklenen kültürel hegemonya ile pekişiyor.
insanlık dünyanın hemen her yerinde, farklı düzeylerde de olsa yoksulluk, sosyal dışlanma, ekonomik krizler, ekolojik tahribat ve savaş gibi kapitalist sistemin doğasından gelen sorunlarla yüz yüze kalıyor. Diğer bir deyişle, "tarihin sonu" tezleriyle 20. Yüzyıl'ın sonunda nihai zaferini ilan eden kapitalizm, iç çelişkilerinin faturasını tüm insanlığa ödetiyor. Öte yandan emperyalistler arası "ekonomik rekabetin damgasını vurduğu" kapitalist küreselleşmenin bir dönemi, ABD ve ingiltere emperyalizmi başta olmak üzere yandaşlarınca yapılan müdahale ile sona ererken, Irak ve Afganistan'da tarihin en haksız, adaletsiz, akla, vicdana ve uluslararası hukuka aykırı işgallerinden biri gerçekleştiriliyor. ABD politikalarının gerçek yüzü ortaya çıkıp işgal güçleri bir bataklığa sürüklenirken, fatura gene Ortadoğu halklarının kanı, canı, maddi ve kültürel varlıklarının kaybıyla ödeniyor.
ABD'nin Balkanlar'a askeri müdahaleyle başlayan 11 Eylül saldırısının ardından Afganistan ve Irak işgalleriyle süren hamlesinin, henüz ona "süper emperyalizm" kavramlaştırmasını taşıyacak bir dünya imparatoru statüsü kazandırdığı söylenemez. Çok uluslu şirketler arasındaki rekabet dünya ekonomisinin temel bir dinamiği olsa da, ulus devletler arasındaki çatışmaların önemi de göz ardı edilemez. Ulusal ya da bölgesel çekişmeler, sınıf mücadelelerinin, etnik çatışmaların zaman zaman öne çıkması, "ultra emperyalizm" tezindeki uluslar üstü istikrarlı bir düzenin en azından şimdilik geçerli olmadığını gösteriyor. Klasik emperyalizm ise, büyük güçler arasındaki ciddi gerilimlere karşın, topyekün bir askeri çatışmanın ufukta görünmemesi ve uluslararası sermayenin entegrasyonu yolunda mesafe alınması nedeniyle günümüzün emperyalizmini tam olarak açıklayamıyor. Bu nedenle anti-emperyalist mücadele direniş stratejisini üç boyuta da nüfuz edecek kapsamda tasarlamak zorundadır.
ABD emperyalizmi'nin Irak'ı köprübaşı seçerek, dünya petrol rezervlerinin üçte ikisine sahip Basra Körfezi'ni kontrol etme, buradan Hazar Denizi Havzası'nı da denetim altına alma stratejisi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya yönelik jeopolitik amacı oluşturuyor. Bunun ekonomik boyutu da, Ortadoğu'da serbest piyasa ekonomisini derinleştirerek, eğitimi destekleyerek, kadının işgücü piyasasına katılımını özendirerek dünyanın ciddi ekonomik potansiyele sahip, ama küresel ekonomiye tam eklemlenememiş bölgesini kapsamak, bölgenin ucuz işgücünü kullanmanın yanında burada kitlesel bir tüketici talebi oluşturmaktır.
Çin, çok ucuz emek gücü, devlet müdahaleciliğine dayanan büyüme stratejisiyle önemli bir dünya ekonomik gücü haline geliyor. Rusya ise petrol ve doğalgaz başta olmak üzere, ekonomik kaynaklarını daha etkin kullanarak, uluslararası bağlantılarını güçlendirerek ve askeri varlığını hissettirerek dünya gücü statüsünü yeniden kazanma çabasını sürdürüyor. Pekin ile Moskova arasındaki jeopolitik rekabetin varlığına karşın, ABD'nin Orta Asya ve Kafkaslar'a yerleşme planını boşa çıkarmak amacıyla bölge ülkeleriyle işbirlikleri önem kazanıyor. Önümüzdeki dönem iran ve Hindistan'ın da gözlemci üye olduğu Şanghay işbirliği Örgütü üyeleriyle Latin Amerika ve Asya'nın geri kalan ülkelerinin ekonomik işbirliğinin gelişmesi bekleniyor. ABD ile Hindistan arasında yapılan, Yeni Delhi'nin nükleer ihtiraslarına tavizleri de içeren geniş kapsamlı son anlaşma söz konusu güçlerin ABD ile ilişkilerini sağlam tutma isteğiyle, rakip bir dünya ekonomik ekseni oluşturma çabaları arasındaki gerilimin gelecek on yıllara damgasını vuracağı öngörüsünü doğruluyor.
21. Yüzyıl'da hem uluslararası düzlemde hem de Türkiye'de, sermaye egemenliğinin dışında ve bunun ötesine geçen bir çözüm aramak, bunun gerektirdiği mücadelenin sorumluluklarını üstlenmek, bir insanlık görevi olarak karşımızda duruyor.
Sınıflı toplumların ortaya çıkışından bu yana insanlığın özlemi olan, işçi ve emekçi sınıfların pratiğinde kendini yeniden üreten eşit, özgür, sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya arayışı bu mücadelenin eksenini oluşturuyor.
Bu evrensel ve tarihsel özlemin taşıyıcısı olan Özgürlük ve Dayanışma Partisi, kapitalizmin ve onun insanlığa dayattığı bütün baskı, sömürü, şiddet ve eşitsizlik biçimlerinin ortadan kalkmasını savunur.
ÖDP, özgürlükçü, özyönetimci, enternasyonalist, demokratik planlamacı, ekolojist, militarizm karşıtı ve feminist bir sosyalizm doğrultusunda, sermaye güçlerinin egemenliğini ve emperyalizmin tahakkümünü ortadan kaldırarak emek güçlerinin siyasi iktidarının kurulmasını amaçlar.
Ancak siyasal ve toplumsal alanda devrimci bir değişimin, emekçilerin partisinin herhangi bir biçimde hükümet olmasıyla değil, bizzat işçilerin ve emekçilerin kendilerini yönetmesiyle gerçekleşeceğini bir an bile gözden yitirmez.
Bu nedenle emekçilerin daha bugünden, toplumsal yarar doğrultusundaki faaliyetlerini geliştirecekleri, eşitlikçi, dayanışmacı ve demokratik ilişkileri yaşamın her alanına yayacakları, siyasetin toplumsallaşması yönünde çaba ve girişimlerini sürdürecekleri, yaratıcılıklarını geliştirecekleri bir mücadele hattına ve siyaset tarzına sahip olmayı vazgeçilmez sayar.
işçi ve emekçileri sermayeden, sermayenin politik parti ve akımlarından ve devletten ideolojik, politik ve örgütsel olarak bağımsızlaştırmayı başlıca işlevlerinden biri olarak görür.
Bu anlamda işçilerin, aydınların, kamu emekçilerinin, köylülerin, kısacası tüm emek güçlerinin deneyimlerinin, örgütlenmelerinin, karar alma, denetleme ve yürütme yeteneklerinin geliştirilmesini öngören, tüm toplumsal yaşam alanlarında üretenlerin yöneteceği bir dünyanın şekillenmesine öncelik veren bir eylem planına sahiptir.