sözlük yazarlarının itirafları

entry163199 galeri ses32
    58130.
  1. intihar etmeyi beceremedim.

    bir yerlerde istanbul’da en iyi intihar rumeli hisarı’nda edilir diye bir şey okuduğumu hatırlıyordum. nerede, ne zaman okuduğum bi önem arz etmiyordu o an. sabah evden çıkarken hatırladığım bu cümle getirmişti beni rumeli hisarı’nın oraya. ama bu cümleyi yazan adamın buraya otobüstekilere ‘akbilinde para olan var mı ‘ diye bağırarak gelmediğine emindim.
    gece boyunca uyumayıp bünye sınırlarımın zirvesinde içtiğimden olsa gerek otobüste sızmışım. belediye şöforünün “tatlı” bir şekilde (üsküdar’da sabah oldu esprisi) uyandırmasıyla kendimi sarıyer’de buldum. bir buçuk saatlik yolu göze alıp yürümeye karar verip yolda hayatımın ilk sigara paketini aldım.
    alakasız yerlerde acı çekmek acıyı ikiye katlar. mesela bir ameliyathane önünde ağlamak daha makuldür, kimse neden diye sormaz. istanbul’un en lüks semtlerinden birinde sabahın sekizinde gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş bir adam herkesin dikkatini çekiyordu, milletin acıyan bakışlarını görebiliyordum.
    geçmişin ne kadar boktansa hayattan aldığın zevk de o kadar artar. ama geçmişi kötüyse eğer yaşadığı hayatı her saniyesiyle dolu yaşamak ve hayatın her şeyinden keyif almak ister insan. hepimizin çevresinde olan etkinlik hastası sürekli enerjik insanların geçmişinde mutlaka unutmak istediği bir şey vardır. geçmişi de şimdiki hayatı da boktan olan insanlar da genelde intiharda bulur çözümü. ama yemez, yapamaz, gelecekten medet umar ama bunun için de hiçbir şey yapmaz ve hayatında hiçbir zaman mutlu olamadan ölür gider. yıpratıcı bir aşk, bütün klasikleri okumuş gibi erdirebiliyor insanı bazen ya da insana kendi saçmalıkları hayatın anlamını bulmuş gibi görünüyor..

    yürümeye devam ediyordum, tecrübesizliğimden olsa gerek sigara alırken onu yakmak için ateş almamıştım, gözüme 45-50 yaşlarında bir adam kestirdim, evet kesin sigara içerdi bu, tipinden belliydi.. ortaokulda başlamıştı sigaraya zaten, mahallede kimsenin gelmediği bir depoda annesinden gizli sigara içtiği zamanı hayal ettim.

    -pardon ateşiniz var mı acaba?
    -var ama bak koçum; bu boku yiyosan kaşığını da yanında taşı bundan sonra, al çakmağı da sen de kalsın bende var fazladan.
    -eyvallah dayı.

    bu arada rumeli hisarı’na da yaklaşmıştım. karnım da acıkmıştı ama bir şey yeme ihtiyacı hissetmiyordum, ne gerek vardı ki zaten, bir saat sonra her şey bitecekti... tam hisarın girişinin önünde durup annemi aramaya karar verdim, kontörüm yoktu ödemeli aradım. ödemeli aramayı açmayı becerememiş olacak ki meşgule verip hemen sonra kendisi aradı. ne diyecektim ki, anne ben intihar edicem hakkını helal et mi, anne sarjım bitiyo deyip kapadım telefonu. telefonun açma kapama tuşu bozuk olduğu için bataryayı çıkardım. aylardır tamire götürmeye üşendiğim için sarjını hiç bitirmediğim telefonumu kapatmıştım. napacaktım bundan sonra telefonu zaten..

    -nereye gidiyorsun birader.

    acaba yüzümden belli mi oluyordu buranın geldiğim son yer olduğu? hayır sanmıyorumdum, imkanı yoktu.

    -hisarı gezicem abi müze kartım da var. (fotoğrafa bakmasa bari diye iç geçiriyordum, çünkü sınıftan samimi bir kız arkadaşımın kartıydı.)
    -bugün çarşamba, kapalı. sadece önceden rezervasyon yaptırmış özel gruplar gelebiliyor.
    -abi ben trabzon’dan geldim sırf burası için, çok merak ediyorum, akşama otobüsüm var görmem lazım lütfen.
    -ben de gir isterim ama emir kuluyum ben de yapabileceğim bir şey yok sadece rezervasyon yaptıranları al dediler.
    -girenlerin alnında rezervasyon yaptırmış mı yazıyo abi, benim yeğenim de sok işte içeri beni. (50 lirayı cebine sıkıştırmıştım) çorba içersin benden bir de.

    içeri girmiştim. biraz yürüyüp merdivenlerden çıkmaya başladım, biraz oturup sigara yakmaya karar verdim, bomboştu her yer. benden ve temizlikçiklerden başka kimse yoktu ortalıkta. bir türlü yakmayı, rüzgarın yönünü hesaplayamayı beceremiyordum, merdivenlerden aşağı inip rüzgarın ulaşamadığı yerde sigarayı yakıp oturduğum yere geri çıktım. 4 defa daha bu seremoniyi tekrar ettirip daha da yukarı çıkmaya, geliş amacımı gerçekleştirmeye karar verdim.
    yürüdüğün mesafe o kadar daralıyordu ki gittikçe korkmaya başladım. hayır düşeceğimden değil düşersem insanların kazmalığımdan düştüğümü düşüneceği için... intihar etmek için kimse buraya kadar geleceğimi düşünmezdi, ki aşağı atlasam ceviz ya da böğürtlen ağacına takılıp en fazla kolumun bacağımın kırılmasıyla kurtulma şansım da vardı. ya da ben bahane aramaya mı başlamıştım, kaba tabirle yemiyor muydu ölmek. sonuçta dünyada ilk aşk acısı çeken insan ben değilim, hiçbir şeyi istediği gibi olmayan insan ben değilim, hayatı bombok olup hastalığı bir türlü geçmek bilmeyen tek insan ben değildim, onlarca kişinin tecavüzüne uğrayan, bütün ailesini tek günde kaybeden, çocukları kollarında öldürülen anneler bile hayatlarına devam edebiliyor. onlar bu hayata küsüp ''benden bu kadar'' dememişken benim bunu demeye hiç mi hiç hakkım yoktu. yaşamak için sebepler bulmaya çalışıyordum...

    ölümden dönmüş insanların klasik, çoğunlukla da uydurma olduğunu düşündüğüm lafları vardır. ’hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti’.. uydurma olmadığını o an anladım. annemin süt alacak parası olmadığı için (çok fazla süt içermişim küçükken) sütü suyla karıştırıp bana anlamam için dua ederek içirmesini, okumayı öğrendiğimde babamın bisiklet almasını, kız kardeşimin cebindeki son parayı abi sen kız arkadaşınla buluşacaksın lazım olur diye hiç düşünmeden verip okulda iki gün hiçbir şey yemeden geçirmesini, yağız’ın beni ağlarken görüp hiçbir sebebi yokken ağlamasını falan düşündüm. yaşamak için o kadar sebep aramama gerek yoktu, beni seven insanlar için yaşamam gerekiyordu benim. camus’un ‘insanın her gün yaptığı en önemli şey, o gün intihar etmemiş olmasıdır’ sözüne hak verdim. evet, hayatım boyunca yaptığım en önemli şey bugün intihar etmemiş olmamdı, kendimi kandırmış olma ihtimalim yüksek olsa da şu an buna gerçekten inanıyordum.

    hisardan çıkıp sahilde banka oturdum. sigara yaktım bir tane daha, rüzgarın nerden estiğini hesaplayabiliyordum artık. kendimi mutlu edecek şeyler arıyordum ama bunun olamayacağını üçüncü sigaradan sonra anladım, kıt fizik bilgimle bildiğim bir şey vardı aynı yerde, aynı anda, iki ayrı madde yanyana bulunamaz, bu beyin için de metafizik için de geçerlidir, ya beyninde mutluluk verici iyimser şeyler olur, ya da karamsar seni mutsuz edecek şeyler olur. bugün benim mutsuzluk günümdü, mutluluğu aramamalıydım boşuna. sabahtan beri elimde duran ajandamı açtım, hikayeleri okumaya başladım. bilgisayara geçirip yayınevlerine gönderecektim bunları. birkaç yere göstermiştim de zaten. hikayelerden daha çok ajandanın arka tarafına yazdıklarım dikkatimi çekiyordu, ''o'' geliyordu ister istemez aklıma, ne olursa olsun hiçbir zaman yaşamayacağım –bu hallere düşürdüğü için – yaşamak istemeyeceğim ''o''. az önce kendimi ondan daha fazla sevdiğimi anladığım ''o''.

    ajandaya ve yazdıklarıma ne zaman baksam onu hatırlayacağımı hissettiğim anda ajandayı denize doğru bıraktım. ağlıyordum evet.. bundan sonra hayatımda o olmayacaktı, her şeyi denizin alıp götürmesini umut ediyordum. derken bir teyze bağırarak yanıma geldi.

    -denize çöp atmaya utanmıyor musun, hemen yanında çöp kutusu var baksana, genç olacaksın bir de, size emanet bizim geleceğimiz.. yazık be yazık, kılığından kıyafetinden utan. herkes böyle bir şey atsa boğaz mı kalır, sizin gibiler yüzünden istanbul eski istanbul değil.
    -ne diyosun teyze allah aşkına kağıt o, iki güne karışır denize.

    kalkıp hızlıca yürümeye başladım, rumeli hisarı’ndan beşiktaş’a kadar yürümüştüm, hava kararmış, karnım da iyice acıkmıştı. cebimdeki son parayı hisardaki adama çorba içersin benden diye vermenin pişmanlığını yaşıyordum iskeledeki görevliye ''param yok abi, bir daha gelirken iki defa basarım söz'' derken...
    5 ...