altı sene kadar önceydi. içimde büyük bir kız tavlama isteği vardı. ama farklı bir ortamda bulunmayınca da olmuyordu. o yaz da aksi gibi bütün arkadaşlarım tatildeydi. ortam yapmak zordu yani. ben de armut gibi evdeydim. mevsim yaz olmasına rağmen pazar günü yine sıkıcıydı. kız tavlama planlarını düşünürken bir anda kafamda bir şimşek çaktı. denize gitmeliydik. ama tek başıma sap gibi gidersem kız tavlama tamamen hikaye olurdu. ailecek gidecektik ve köpeği de götürecektik. böylece kızları etrafıma toplayacaktım.
alman kurdu cinsi köpeğimiz paşa yavru olmasına rağmen ufak sayılmazdı, onu tek başına götüremezdim. minibüse almazlardı. araba şarttı; yani ailece denize gitmek. başladım babama yağ çekmeye. bereket vakit henüz geç değildi ama onun oturduğu yerden kalkmaya niyeti yoktu. annemin ve kardeşimin ısrarlarıyla kalktı yerinden hemen bagaja attık piknik sandalyelerini.
bu kız tavlamak daha baştan meşakatli bir işmiş. 15 kilometre mesafedeki deniz kenarına gidene kadar üstüm başım köpek salyası oldu. paşa yavru olmasına rağmen 25 kilo civarında olduğu için kucağımda adeta bana istiklal marşı'nı tersten okutuyordu. arada kafayı camdan çıkartıyordu. şehir içinden geçerken paşa camdan sarkıyor kızlar ona bakıyordu. tabi hemen ben de onunla birlikte camdan bakıyordum. acaba ilgiler kimeydi?
15 km. civarı yolu teptik. bir plaj tesisine girdik, evcil hayvan sokulabiliyordu. hemen paşa ile birlikte arabadan indim. köpek elimde olduğundan annem,babam eşya da taşıtmadı iyi olmuştu. hemen deniz kenarına indim. iner inmez kızların bakışlarını toplamıştık zaten. çok iyiydi, her şey yolundaydı. babamlar da eşyaları getirdiler. bir süre onlarla oturmalıydım. kumsalı hemen gezinmek olmazdı. oturmuştuk ama paşa'nın kayışını sürekli elde tutmak rahat değildi. babam kayışı şemsiye'ye bağlamak gibi mantıklı bir eylem düşündü. ama çok mantıklı değilmiş demek ki. hayvanın ilk hamlesinde şemsiye devrildi. bir anda bakışları üzerimizde toplamıştık. hemen şemsiye'nin rüzgarda devrildiği izlenimini vermeye çalıştım. belki yediler belki yemediler çok umurumda değildi.
biraz oturmuştuk, denize girme vakti gelmişti. haşlanmıştım zaten. paşa'yı da aldım girdim denize. başta biraz isteksiz davransa da, sevdi suyu. kızların kimisi uzaklaşıyor, kimisi de sevimli bakışlar atıyordu. ama ben rahat değildim; hayvan her fırsatta tırnaklarıyla göğsümü tırmalıyordu. ayrıca beni suya da batırıyordu bu hamleleriyle. demek ki denizden çıkıp, kumsal turu atmak benim için faydalıydı. çıkıp kurulandık. başladık kumsalda kasıla kasıla yürümeye. niye kasılırdım ki? hadi paşa alımlı bir köpekti de ya ben? kemiklerim sayılıyordu, bakımsız tarzan gibiydim. tabi düşünememişim. çalışmalarımız meyvelerini vermeye başlamıştı. didem ve ayşegül adında iki tane güzel kız yanımıza geldi. tanıştık. paşa'yla da tanıştırdım onları. onlar da herkes gibi "ısırır mı" sorusunu sordular. "yok canım,çok akıllıdır her dediğimi yapar" dedim. oturmasını söyledim, oturmuyordu puşt. yatmasını söyledim, bana mısın demiyordu. dili dışarda; bana, didem'e ve ayşegül'e bakıyordu. içimden sövdüm,yüzüm asılmıştı sanki ama belli etmedim. onlar paşa'yı severken ben de muhabbeti ilerletmeye çalışıyordum. pek istekli olmasalar da sorularıma cevap veriyolardı. kumsala oturduk. şaşırmıştım, ilerlemişti muhabbet. onlar bile bana soru soruyordu. ama sordukları sorular benim onlara sorduğum sorulara hiç benzemiyordu. "günde kaç öğün yiyor bu?", "eğitmek zor olmadı mı?", "kaç paraydı aldığında,pet shoplarda ne kadardır?" gibi sorulardı bunlar. ama ben sırf muhabbeti kesmemek adına cevaplıyordum soruları. hatta bazı soruların cevaplarını kıçımdan uyduruyordum, nereden bilebilirdim ki ben performance puppy marka köpek mamasının neleri içerdiğini? vakit ilerlemişti, bizimkilerin eve döneceğini düşünerek ağır ağır yanlarına gittim.
gerçekten de doğru tahmindi. gidiyorduk. şezlongları, hasırları, şemsiyeleri topluyorlardı. ben paşa'yı tuttuğum için yine eşya taşımadım. babamdan arabanın anahtarını alıp bagajı açtım. onlar bagajı yerleştirirken ben de arabadan biraz ötede önümüzden geçen kızları izliyordum. çok geçmeden didem ve ayşegül de kumsaldan çıkıyordu. bize doğru bakıyorlardı ki paşa hayatının hatasını yaptı. ayaklarımın dibine cumhuriyet sucuğu kıvamındaki dışkıyı bıraktı. didem de ayşegül de yüzünü buruşturdu. açık havada olmamıza rağmen ortaya çıkan koku dayanılmazdı. mahçup tavırlarla sırıtırken siyah bir araba geldi; içinden iki tane baklava kaslı,güneş gözlüklü, iri yarı lavuk indi. meğer sevgilileriymiş bunların. öptüler birbirlerini, ben paşa'ya baktım, o da bana. dilini dışarı çıkarmış gülümser gibi bakıyordu. kitlenip onlara bakarken, annem seslendi. arabanın yanına gittim. yerleştirmişlerdi arabayı. arabanın içi de dayanılmaz kokuyordu. paşa'nın kokusu arabanın içine işlemişti ve ortalık tüyden geçilmiyordu. babam "köpeği sen getirmek istedin arabayı da sen temizlersin lan" dedi. "lan mı canın sağolsun" dedim ama duymadı babam. paşanın akan salyasını izleyerek şansıma lanet okudum...