"ben istanbul üniversitesinde oldukça kimse bu kürsüye bir din adamını hoca olarak buraya çıkaramaz!" diyerek düşüncelerini taştığı bir anda belli eden, çalışmaları ve bilgisiyle hayret ettiren profesör,iletişim bilimci ve gazeteci.*
derslerine ilk girdiğim günden bu yana* üniversitenin tanımını yapan ve sizi olabildiğince zorlayan hoca olduğu için vasıfsız kişilerin sevmediği hocadır. her seferinde zor bir ödev verdiğinde, öğrencilere bakarak: "kafanız karıştı çocuklar değil mi? güzel, kafanız karıştıysa birşeyler öğreneceksinizdir." der. ilk önce ne dediğini anlamakta güçlük çekebilirsiniz ama kendisinin, bellek * hakkında çalışmalar yaptığı için, haklı çıktığını görebilirsiniz.
her sözlükte yazdığı gibi yıllar önce de okul yönetiminde öğrencilerin tarafını tutuyormuş ve şimdi de öyle. harward'a gitmiş, Eco'nun derslerine girmiş, texas uni. 'de öğretim üyeliği yapmış ve choamsky'nin asistanlığına kabul ettiği* kişidir. kendisi tam anlamıyla gizli bir kutu olduğundan kendi başarılarını veya özel hayatını ondan öğrenmeniz imkansız.
ilk gördüğüm günden bu yana idol olarak belirlediğimdir de. üniversitedeki öğrencilere olan sert tavrının nedenini bana, lise sisteminden gelmiş öğrencilerin uydurulmuş olduğu kalıptan çıkması adına yaptığı ve böylece anlamaya zorladığını söylemişti. her sınıf atlayan öğrencilere daha ılımlı olmaya başlaması da bu kıvamla alakaladır. ama artık eskisi gibi birinci sınıflara da sert davranamıyor, yönetim ve etrafındaki insanlar kendisini çok yordu. profesör olmasına rağmen ikinci öğretimlerin dersine de bizzat kendi kalıyordu. yönetimle tartıştığı için kış ortasında kendi sınıfının kaloriferleri çalıştırılmamıştı, bu duruma rağmen üşüyerek ders anlattı ve dinlemiştik. kendi asistanları yönetimden yana oldu ki hiç biri rigel etmez, bu yüzden asistanlarını anında bıraktı. asistanı kendisine cephe oluşturdu, okul içinde büyük olaylar oldu. şahsen ben bile bu sefer korkmuştum rigel'in bunun altından kalkamaması ihtimaline. kendisinin bir dava için imzası olayları silip süpürdü. bir yanda okul bir yanda da rigel, ve terazi dengede hatta bazen rigel daha ağır bile basmakta.
kendisinin en büyük ve yeni varsayımı da: "çocuklar, bu dediğimi unutmayın. iletişim fakültesi artık bilimin öğretildiği yer olmayacak. eğlence sektörüne adam yetiştirme yeri olacak ki bunu fark edebilirsiniz de." haklı çıkacağını biliyoruz. yaptığı analizler, okuttuğu kitaplar, izlettiği filmler ile istanbul üniversitesindeki vasıfsız dersleri ardında bırakan hocadır.
derslere ve bazen de gereksiz olduğuna inandığım derslerin sınavlarına girmeyi reddeden biri olarak onun derslerini asla kaçırmadığımdır. yüksek lisans hayallerimin en büyük mimarilerinden. bazen şevkimi kırıyordu, çalışıyordum yine de. beni farketmemesi, onu anlayabildiğimi görememesi ve hatta artık ufaktan birşeyler ürettiğimi bilmemesi çok üzüyordu. okuldaki herkes derslerinin hiç birine takılmadan geçtiğim için* ders anlattırıyor, ödev de yardım istiyor hatta artık makalelerimi takip eden bir kaç kişi* bile var. adımı da küçük rigel olarak değiştirdiler.* herkes onun gibi olacağıma inanıyor. ama kadın beni görmüyor adımı bile bilmiyor, diye hayıflanırken... üzerime giydiğim "cuma'ya gittim döncem - robinson " esprili tişörtü görmesiyle bana 1 hafta içinde 2 edward said kitabı vermesiyle başladı herşey. (uyarı: aşk hikayesi değil) okudum, anlattım. o gün bugün ece aşağı ece yukarı. michael moore'un analizini yaptırdığı bir gün herkesin benim etrafımda toplanması dikkatini çekti. kağıdımı teslim ettiğimde itinayla okudu ve "ece hadi gel anlat." dedi. hiç beklemiyordum abi. velhasıl kendimi göstermek adına da her şeyi anlattım, michael moore'un tüm belgesellerini izleyerek analizini evde yapmış olmamın kaymağını yedim. benimle sohbet ediyordu ya ona bakarken bile aslında ondan daha iyi olmak istediğimi düşünüyordum. özel hayatını anlatıyordu, çok yüzeyseldi televizyon ile ilgili aile kavramı ile ilgili bile olsa anlatıyordu işte. birinci sınıf derslerine de her seferinde yeni bir şeyler anlattığı için giriyordum ama artık gözü hemen beni seçiyor, "sabah sabah benim dersime geliyorsun, kabus mu görmek istiyorsun ece?" deyip gülmesiyle koşup sarılmak falan istemiştim. kadının beynine aşıktım, aşığım da ya. analizde muhteşem yeteneklidir.bir gün dersinde beni göremeyince beni soruyor kaçtı mı diye, yemekhaneden geliyor denince dururmu yapıştırıyor cevabı * " o ancak yemek düşünsün zaten!" . dönemin sonlarına doğru sürekli laf atıyordu bana. bunun dezavantajını söylüyorum, biri sorusuna cevap verameyince ya da yapılması gereken bir şeyi yapmayınca, "ece sen söyle, ece sende mi yapmadın " diyerek şapa oturtuyor. farklı bir ilde de yapacak olsam yüksek lisansı kesinlikle kendimi ondan uzak tutmayı düşünmüyorum.
- bu kadar uzun bir yazı yazmayacaktım ki, zor durdurdum kendimi. piiii...